İNSANI KURAN KAVRAMLAR: ÇOCUKLUK, ŞİİR VE OYUN

 

Melek Demirdöğen

 

nsanın öz varlığı ile çevresi arasında anlam/değer bağlamında ilişki kurmasında genelde dil, özelde kelime iki kurucu kavramdır. Akıl, tanımlarından en bilinenlerden biri de bağ kurmaktır. Akıl/ birey, çevre/evren arasında bağ kurmanın en belirleyici öznesi ise kelime/dildir.

 

Düşünme melekesi ile dilin buluştuğu yerden kavram doğar. Kavramların gelişmesi ile düşünce ve düşüncenin verimleri olan kültür, edebiyat, medeniyet oluşmaya başlar. Dil ve düşünce ilişkisi ne kadar derinleşir, gelişirse; edebiyat, kültür, medeniyet ilişkisi de o kadar derinleşir ve genişler.

 

Çocuk ruhuna dokunma, çocukla iletişim kurma ihtiyacı, insanlık tarihi ile birlikte var olagelmiştir. Çocukluk çağı insan hayatının dış dünyaya, anlamaya ve kavramaya en açık zamanlarıdır. Çocuğun dış dünya ile kurduğu ön yargısız, saf bakışı; dil ve düşünce ilişkisinden ateş alır. Akabinde çocuk, dil ve düşüncenin birbiriyle olan olumlu/olumsuz etkisiyle çocukluktan taşarak insan hayatının bütününe yayılır. Geleneksel kültürümüzde çocuğa bakışın zerâfeti kadar çocukla kurulan dil de bir o kadar nahif ve estetik içerikli olmuştur. Ninniler, tekerlemeler, gülmeceler, masallar, söylenceler, destanlar vs. çocuk ruhunun beslendiği, dil ve düşünce dünyasının şekillendiği en eski edebiyat verimleridir.

 

Çocuk diline en yakın söz şiir dilidir. Çocuk, insanın en sâfiyane hali, şiir ise söz sanatlarının en damıtılmış halidir. Şiirin, çocuk ruhunun derinlerine nüfuz edebilen kuşatıcı bir yönü vardır. Bu sebeple çocuğa seslenen ilk şifahi metinler şiir ya da şiirsel bir söyleyişe sahip olan metinlerdir. Şiirin ses ve his ahengi ile çocuğun kalp ve ruh dünyasına temas edilmek istenmiş gibidir. Klasik edebiyatımızın en eski şifahi metinleri olan ninnilerde anneler çocuklarını, bir şiire ya da söyleyişindeki şiirselliğe yaslanarak teskin ve teselli ederler. Çocuğun ilk gelişim çağından itibaren en derin ve anlamlı ilişki kurduğu kişi olan annenin kendi bestesi ile söylenen şiirler, çoğu zaman, uhrevi olandan ilham alarak “hu Allah” formuna dönüşür. Kimi zaman çocuk diline pelesenk olmuş bir duadan şiirler taşar, kimi zaman annelerin dilinden dökülen dualar nice büyük şairlerin şiirlerine ilham olur:

 

Üfleme bana anneciğim korkuyorum,

Dua edip edip, geceleri.

Hastayım ama ne kadar güzel

Gidiyor yüzer gibi, vücudumun bir yeri.

 

Şiir, medeniyetimizin dil ve düşünce hamurunun mayasıdır adeta. Kişinin çocukluğunun saf ve masum idraki ile ses olarak işittiği kelimelerin birer imgeye dönüşmüş olması mukadderdir. Çocukluk çağında şiirin ve şiirsel metinlerin etkisi ile servi bir ağaç adı, seher bir zaman dilimi, bahçe bir mekanı tanımlayan kelime olmaktan çok daha fazlasıdır. Artık kavramlar dünyasındaki tüm kelimeler, ucu çocukluğa uzanan bir işaret taşır. İnsanın zaman, mekan, eşya, tabiat gibi çevresini kuşatan fizik/metafizik çevrenin anlamını derinleştiren birer imgedir. Bu imgesel değerin kişinin ruh ve his dünyasına etkisi ve anlam dünyasına kattığı derinlik ise yıllarca sürecek belki de bir ömür insana etki edecektir:

 

Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk

Hiçbir yere gitmiyor …

 

Şiirin çoğu zaman çocuğu uhrevi olana çağıran bir yanı vardır. Bu nedenle çocukta ifade bulur her annenin kendi sesinden şiirler. Zira eli kalem dahi tutmayan annelerin dilinde şiirler “hu hu”larla başlar. Pek çok şair ilhamını anne sesiyle, çocukken kulağına fısıldanan şiirlerden alır. Şiirimizin son yüzyılda yetiştirdiği en büyük şairinden olan Sezai Karakoç, Çocukluğumuz şiirinde çocuk, anne, aile, din, söz, şiir, gelenek bağlamında, kavramların çağrışımlarının aslında çok daha derin hakikatler taşıdığını şöyle duyurur:

 

Annemin bana öğrettiği ilk kelime

Allah, şahdamarımdan yakın bana benim içimde

Annem bana gülü şöyle öğretti

Gül, O’nun, O sonsuz iyilik güneşinin teriydi

 

Annem gizli gizli ağlardı dilinde Yunus

Ağaçlar ağlardı, gök koyulaşırdı,

Güneş ve ay mahpus.

 

Babamın uzun kış geceleri hazırladığı cenklerde

Binmiş gelirdi Ali bir kırata…

 

Şiir, aynı zamanda çocuğa hayal dünyasının kapılarını aralayan da bir söyleyiş biçimidir. Çocuğun hayal dünyasının gelişimine katkı sağlayan en önemli araçlardan birisi oyundur. Çocuk için oyun doğal bir süreçtir. Kendiliğinden gelişen, imgesel bir iletişim dilidir. Çocuğun gelişim süreçlerinin tümüne tesir edebilen bir etki boyutu vardır. Oyun tıpkı kelime ve kavramlar gibi çocuğun hayatı/yaşamı anlayış, kavrayış ve idrak biçimidir. Şiir, çocuğun dil ve düşünce dünyasına yakınken oyun da çocukluk evreninin kıyısında durur. Çocuk dil ve duyuşuyla şiire ve şiirselliğe sonuna kadar açıkken, oynadığı oyunun bir öznesi olarak da zihinsel ve duyuşsal gelişim aşamalarının sınırlarına yaklaşır. Belki de bu etkileşimin bir neticesi olarak geleneksel çocuk oyunlarının çoğu şiirsel bir etkiyle söylenmiş tekerlemelerle kurulur. Zaman zaman bir sokak oyununda, komşu çocukların dilindeki tekerlemede şiirin eşsiz ahengi duyulur:

 

Bu bahar havası, bu bahçe;

Havuzda su şırıl şırıldır.

Uçurtmam bulutlardan yüce,

Zıpzıplarım pırıl pırıldır.

Ne güzel dönüyor çemberim;

Hiç bitmese horoz şekerim! 

 

Bireyde dil ve düşüncenin erken çocukluk dönmelerinden itibaren gelişmeye başladığı düşünüldüğünde çocuk için kurucu metinlerin önemi daha iyi fark edilir. Bu metinler aracılığı ile çocuğun anlama ve kavrama becerisi geliştirilmekte, dilsel ve düşünsel kavram/ değerlerin oluşum ve gelişimi sağlanmaktadır. Bu süreç çocuğun kültür ve medeniyet bilincinin, edebiyat ve estetik zevkinin de fitilini ateşleyen bir unsurdur. Şiir ise en zengin geleneksel anlatı biçimi olarak halen çocuk diline yakın bir pozisyonda durmaktadır. Şiirin ahenk unsurları ile çocuğun dil hususiyetleri arasında güçlü bir bağ vardır. Nitekim şiir ve çocuk arasındaki bu sarsılmaz ilişki, kadim bir gelenekle beslenen, zengin bir çocuk kültürü vücuda getirmiştir.

 

BERDÜCESİ - Sayı: 2