JOE WRIGHT’IN KAMERASININ JANE AUSTEN’IN “AŞK VE GURUR”UNA YAKINLAŞMASI
Sedef Açıkgöz
“Onun gururunu ben de kolaylıkla hoş görebilirdim. Benim gururuma dokunmamış olsaydı.”
(Aşk ve Gurur filminden, 2005, Elizabeth Bennet)
Jane Austen’ın 1813 yılında yazdığı Pride and Prejudice eseri film, dizi, tv programı olmak üzere çeşitli türlerde uyarlandı. Hatta eserdeki baş karakterler başka filmlerde de esinlenilen karakterler oldular. Bizim bu yazıda ele alacağımız yapım, eserin en meşhur uyarlaması olan Joe Wright’ın yönetmenliğini üstlendiği 2005 yılı yapımı özgün adı Pride and Prejudice olan, filmin Türkçe ismi Aşk ve Gurur’dur. Aslında roman Türkçeye Gurur ve Önyargı şeklinde de çevrilmiştir. Austen’ın altı romanından altısında da konu hep toplumun en önemli kurumu olan evliliktir. Evlenme çağına gelmiş genç kadınların muhakkak bazı yanlış anlaşılmalardan ya da sorunlardan sonra evlendiği, evlenirken de maddiyatın çok büyük bir etken olduğu bariz şekilde vurgulanır. Eserlerinde genellikle evlilik kararı verilir verilmez “mutlu son” tarzı ile biter. Okur, o kadar sorunları atlatan çiftlerin evlendikten sonra neler yaşadıklarını neler yaptıklarını bilemez. Çünkü yazarın tek amacı, bütün engebeleri aşıp yalnızca, dengi dengine uygun evlilikleri gerçekleştirmektir. Bu durumun sebebi Austen’ın yaşadığı dönemde kadının toplumda var olabilmesi için ya babasının zenginliği sebebi ile ya da zengin bir koca ile yapacağı evlilik sayesinde yer edinebilmesidir. Bu oldukça kısa bir açıklamadır. O sebeple evlilikler; aşk ya da sevgi kavramları altında özellikle de var olabilme savaşıdır bir nevi.
Aşk ve Gurur’da bahsettiğimiz konuya yönelik dört çeşit evlilik ilişkisi yaşanmıştır. O dönemde bir kadın zengin olmasa da güzelse şayet (Elizabeth’in kız kardeşi Jane gibi) zengin bir adamla evlenir ve mutlu olur. Eğer bir kadın zengin olamadığı gibi ortalamanın altında bir güzelliğe sahipse (Elizabeth’in arkadaşı Charlotte gibi) akıllılık edip kendisi gibi orta halli bir beyefendiden kendisine sunulacak evlilik teklifini kişiyi sevmese dahi kabul etmesi dönemin şartlarına göre en olması gerekendir. Filmde Elizabeth’in arkadaşı Charlotte şöyle diyordu:
“O da beni herkes kadar mutlu edebilir. Herkes romantik olabilecek kadar şanslı değildir. Bana rahat bir ev ve koruma teklif edildi. Bunun için minnettarım. Artık 27 yaşımdayım Lizzy, param ve başka bir talibim yok. Zaten aileme yük oluyorum ve korkuyorum. Yargılama beni Lizzy” (Aşk ve Gurur: 00. 55. 42). Yahut Austen dönemine göre bir genç kadın, belirli bir geliri olmayan bir genç adamla özellikle kaçarak evlenirse muhakkak bu toplum tarafından ayıplanan ve hoş bulunmayan bir olay olarak görülür. Örneğin, Elizabeth’in küçük kardeşi Lydia’nın yaptığı gibi ya da diğer bir eseri olan Mansfield Park’ta Maria Bertram’ın Mr. Crawford ile kaçması gibi. Austen hiç evlenmediği halde, eserlerini evlilik bahsi üzerine kurması incelemeyi hangi merkezden ele alırsak alalım, muhakkak uğradığımız bir yer oluyor.
Yönetmen Joe Wright’ın eserde yazılmamış olan fakat aslında verilmek istenen önemli, küçük anları filmin köşe başlarına yerleştirmesi filmi, yapılan diğer uyarlamalardan öne çıkarmaktadır. Elbette iyi oyuncuların filmde olmasının da etkisi vardır fakat, oyuncunun nasıl ve hangi halde kullanılacağını belirlemek, bir filmi iyi yapan faktörler arasında sayılabilir.
Eser temelde direkt uyarlamadır. Yazarın çizdiği doğrultuda ilerleyişini sürdüren eserde romandan ayrılan önemli noktalar vardır. Bu noktalar için yönetmenin, Austen’ın kaleminin altında anlatılmak isteneni iyi saptaması ve eserin geçtiği dönemi iyi anlamış olduğunu gösteriyor diyebiliriz. Örneğin; film başlarken yeşilliğin içindeki Elizabeth kitap okuyarak bizi karşılar. Yaşadığı çevrenin dokunulmamış güzellikteki doğasında yürürüz onunla. Bu durum, hem Elizabeth’in yaşadığı dönemi bize görselle anlatır hem de bizi Elizabeth ile bir eder. Çünkü onunla birlikte hareket etmeye devam ederiz (00. 01.30- 00. 03.20). Bir süre kamerayla evin içinde, evde yaşayanların çevresinde gezeriz. Bu Austen’ın özellikle insanları anlattığı uzun ve ayrıntılı tasvirleri için ideal bir çekim oluşturmaktadır. Austen bilindiği üzere doğa tasvirinden kaçınıp, karakter tasvirine ağırlık vermektedir. Bir evin nerede olduğundan ziyade evin içinde yaşayanların nasıl karakterler oldukları ile ilgilenmektedir.
Filmin başlangıcından beri piyano tınısı ile bize eşlik ederek gezen kamera görüntüleri, birazdan anlatılacak olanlar için seyirciyi adeta hazırlamaktadır. Elizabeth’in annesi elinde elma ile kocasına kızlarını kasabaya yeni gelen zengin aile ile tanıştırmanın, kızlarının geleceği adına çok önemli olduğunu uzun ve soluksuz cümlelerle vurgularken, seyirci Elizabeth’in bakışından içeriyi izlemektedir. Annesinin elindeki elma ayrıntısı, çoğu kişiye bilinen metaforu hatırlatacaktır. Romanda orta uzunluktaki tasvir anlatılarını filmde akan bir kargaşanın hâkim oluşundan anlayabiliyoruz.
Yazarın her romanında olduğu gibi bir balo, eserdeki karakterlerin birbirini tanımaları için ya da olayların seyrini değiştirmek için etkili olan eşsiz bir etkinliktir. Birde o dönemde Fransız devrimi yeni gerçekleşmiş, aristokrası alt sınıfların onlara karşı silahlanmasından oldukça endişediyorlar ve böylelikle halka açık çeşitli balolar düzenleniyor. Bu sebeple aristokrat Bay Darcy ve arkadaşı Bay Bingley, kasabada yapılan balolara her seferinde katılmışlardır. Baloda seyircinin, meşhur Bay Darcy ile ilk karşılaşması, Darcy’nin arkası dönük halde kadraja girmesi ile olur. Bu, kendisinin karakter analizine oldukça uyumlu bir “ilk gösterilişidir”. Çünkü kendisi bütün balo boyunca hiç kimse ile dans etmeyerek, orada bulunan herkesçe oldukça kibirli bulunacaktır. Biz bu anı, Elizabeth’in usulca Darcy’e bakışından anlıyoruz (00. 09.01). Sohbete dahi katılma zahmetini göstermeyen Darcy, salonda bulunan herkesi sanki küçümsercesine huzursuz ve memnuniyetsiz bir ifade ile izlemektedir. Aynı romandaki gibi Elizabeth ve Darcy’nin ilk konuşmaları dans etmek üzerine olur ve Darcy’nin meşhur cevabı onun salonda oldukça soğuk duruşunu açıklar niteliktedir: “Dans eder misiniz Bay Darcy? -Mecbur kaldığım zaman” (00. 09.51). Daha sonra yanlışlıkla konuşmalara kulak misafiri olan Elizabeth, Bay Darcy’nin kendisini sıradan ya da idare edecek güzellikte bulduğunu öğrenir. Gerçi her ne kadar Elizabeth’i cezbedecek güzellikte bulmadığını dile getirse de hareketli dans salonunun içinde uzaktan uzağa göz ucuyla dans eden Elizabeth’i izlemektedir. Bu durum tabii ki sinemaya has olan görsel aktarımla eklenen bir an. Biz eserde Darcy’nin Elizabeth’i izlediğini direkt olarak okumadık. Fakat zaten anlatının akışı da bu uzaktan uzağa izlemenin var olabileceğine yönelikti. Kulak misafiri olduğu konuda gururu hayli incinen Elizabeth, kıvrak zekâsı ile kısa bir sohbet esnasında Darcy’e onu duyduğunu ima edecek bir cümle kurar ve imalı bakışmalardan sonra okur, kitapta çok daha az hissedebileceği gurur-savaşını görsel olarak yaşar.
Aslında dikkatli bakıldığında Elizabeth ve Darcy tam olarak birbirlerine benzeyen ruhlardır. Kitapta ya da filmde iki zıt kutup olarak görülseler dahi aynı bir şeyin kavranışının netliği için farklı ya da zıt alanlardan izlemek gerektiği gibi, Elizabeth’i de Darcy’i de birbirlerine yakınlaştıran şey her ikisinde de olan “gurur”dur. Olayların akışında bu durumu aşk kimyasının dahil olmasıyla daha iyi kavrayacağız. Çünkü daha sonra Elizabeth, Darcy’nin kibirliliğini onu kırmasaydı daha kolay affedebileceğini söyler kardeşine (00.14.03).
Elizabeth ve ablası Jane çok iyi geçinen kardeşlerdir. Bay Dracy’nin arkadaşı Bay Bingley ile Jane ideal çift olgusunu göstermektedir adeta. Jane Austen’ın sık yaptığı bir diğer hususta, evlilik açısında ideal ilişkiyi yaşayan çiftlerden muhakkak örnek bir çift yazmasıdır. Jane ve Bay Bingley de bu ideal çiftlere örnektir. Jane, Bay Bingley tarafından malikanelerine yemeğe davet edilir ve oraya giderken kötü hava koşullarından dolayı hasta olur. Hastalık, 19. yüzyıl eserlerinde, tutkulu ya da amansız bir aşkın en belirgin sembolüdür. Kırılgan, romantik türde eserlerde hastalık aşkın sanki bedenen itirafıdır. Wright’ın Jane’in hastalık sürecini aktarırken, kitaptan farklı olarak Elizabeth’in dönemin kadınlarının davranışına oldukça zıt olarak; etekleri çamurlu halde kardeşi Jane’e doğru koşarken gösterilmesi ve bu halden son derece memnun ve doğal olarak kabullendiğini gösterilmesi Elizabeth’in ruhuna biraz daha yakınlaşmamıza ön ayak olmaktadır. Elizabeth’in çamurlu etek uçları ve biraz dağılmış haliyle Bay Darcy ile karşılaşması, Darcy’nin kısmen tutuk hareketi karakterin aktarılışı açısından dikkate değerdir.
19. yüzyıl İngiliz sosyetesinde toplumsal kurallara göre genç bir kadın ve erkeğin, kadının ailesinden izin almadan beraber yürümeleri, yalnız kalmaları uygun değildir. Genellikle toplum içerisinde birbirlerine temas etmeleri de hoş karşılanan bir durum değildir. Filmde bu konuya romantik bir jest olarak karşılık gelen bir sekans vardır. Elizabeth ve kardeşi, Bay Bingley’lerin evinden ayrılırken, Bay Darcy arabaya binebilmesi için Elizabeth’in elini tutarak yardımcı olur. Şimdiye kadar iki karakterin arasında esen soğuk diyalogların ötesinde bir o kadar da birbirlerine karşı güçlü çekimin görüldüğü en net harekettir. Hatta o an Elizabeth afallamış gibi Darcy’e şaşırarak bakar ve kısa bir sessizlik olur (00. 25.44).
Belki de filmin sonuna kadar birbirlerine gösterdikleri gururlu davranışların perdesini sıyırırsak, birbirlerine karşı ilk hakiki yaklaşım bu olmuştur. Çünkü ardından Wright, Darcy’nin Elizabeth’in elini tuttuğu elini sanki kontrol edemiyormuş gibi ve heyecandan gerilmiş gibi elini açıp kapaması kameranın direkt çekiminde birkaç saniye durması, ilişkilerinin bağı açısından anlamlı bir eylemdir. Wright’ın diğer birkaç filminde de böylesi el ve dokunuş üzerine eğildiği örnekler mevcuttur. Örneğin yönetmenin 2007 yapımı olan Türkçe adı ile Kefaret filminde, Robbie’nin âşık olduğu Cecilia’nın suya girip çıkmasını gördükten sonra kadının çıktığı suya ellerini bir süre dokundurması bu tür farklı ama dikkat çeken sekanslardır. Hayatın olağan akışı içinde, küçük bir ayrıntı gibi görünen bu küçük hareketler, bazen olayın özünü simgeleyen önemli bir niteliğe sahip anlar olabiliyor. Sinemada böylesi bir mana ayrıntısı vermek konunun özü açısından oldukça derinlikli ve kıymetlidir. Bizler ortak bildiğimiz bir eserin birer temsil örneklerini izleyerek başkasının zihninin ürününü şahitlik ediyoruz.
Sinematografi, kameranın belirli bir nesnenin ortam ile uyumunun gösterilmesi, seyirciye keyif veren diğer bir husustur.
Kendisine has özellikleri olan örneğin kadınların genellikle açık renk ya da beyaz elbiseler giydikleri özel baloların olayların akışı konusunda önemli bir etkinlik olduğundan yukarıda bahsetmiştik. Filmde ikinci baloda yine Darcy’nin ekrana alınışı Darcy’nin dışarıya yansıttığı karakterini bütünler niteliktedir (00. 38.45). Kamera Darcy’nin başını göstermeden yalnızca uzun ve geniş gövdesini heybetli şekilde ele almıştır. Bu Darcy’nin kendisini bulunduğu ortamda yabani hissetmesine yönelik görsel anlatımdır ya da izleyicinin onu tabiri yerindeyse “kaf dağında görüyor kendini” haline oldukça uygun bir sekanstır. Daha sonra kamera geri doğru giderek Darcy’i seyirciye tamamen gösterir. Belki de bu parçalı anlatım, karakteri de parçalı şekilde tanımaya başlamamızın bir açıklaması da olabilir. Elizabeth’e dans teklifi eden Darcy, Elizabeth tarafından kabul edilir fakat “sonsuza kadar ondan nefret etmeye yemin ettiği için” Elizabeth bu durumda panikler. Dans ederken salonda sadece birbirlerine odaklanan çifti, Wright bir ara koca salonu boşaltıp yalnızca ikisinin dans ettiği halde gösterir. Bu da kitaptan farklı olarak oldukça etkili bir anlatım olmuş olur. Biz iki karakterin salonda yalnızmışçasına dans ederlerken hissettiklerine adeta ortak olmuş oluruz (00. 41. 22).
Elizabeth, filmde kitaptan farklı olarak yaşadığı her durumu genellikle doğa ile paylaşan bir karaktertir. Düşünceli olduğunda, kızgın olduğunda ya da kitap okumak istediğinde yürüyüşlere çıkıp doğa ile baş başa kalan bir karakterdir. Aslında 18-19. Yüzyıl sosyetesinde genel kabul gören bir şey varsa o da çoğunlukla doğada vakit geçirmektir. Genelde evlilik teklifleri, ilanı aşklar ya da önemli konular yürüyüş esnasında paylaşılır ve doğa birbirlerini tanımalarında güçlü bir faktör olmaktadır. Joe Wright filminde bu unsura titizlikle değinmiş ve olayın görsel bütünlüğünü mana zemininde buluşturarak seyirciye sunmuştur. Dikkat ederseniz film de Elizabeth yürüyerek kitap okurken başlar. Doğa kendi döneminin işleyen mantığını anlayamayan Elizabeth için kendisiyle konuşabildiği ve kendisini dinleyebildiği en iyi sığınağı sunmuş olur. Ayrıca, Austen’ın odalara ve evlere hapsettiği karakterlerinin kitaptan farklı olarak sinemada uzun çekim özelliği ile dışarıya, salondan dışarıya çıkarılması da yine sinemanın kendisine has araçlarından birini göstermektedir.
Darcy ve Elizabeth, birbirlerini göreceklerini hiç ummadıkları yerde tekrar karşılaşırlar. Bu üçüncü karşılaşma birbirleri hakkında bildiklerinin tamamen farklı olduğunu öğrenmelerine vesile olacaktır. Özellikle kibirli ve gururlu görünen Darcy’nin tam aksi yanının tanıtılacağı bir süreç başlar: “Daha önce hiç tanışmadığım insanlarla sıcak ilişki kurup kaynaşma yeteneğim yoktur” (01. 05.08). Darcy’den gelen bu beklenilmemiş itiraf Darcy’nin filmin başından beri gördüğümüz kibirli karakterden beklenilmeyecek derecede samimi bir itiraftır. Fakat itirafı etkili yapan karakterin özellikle gözleri ile ekrana yansıttığı çekingen tavrıdır. Ardından kısa ziyareti ile ve Elizabeth’i görünce adeta dili tutulmuş şekilde konuşamayan Darcy, filmin ilk yarısından tanıdığımız adamdan oldukça farklı görünmeye başlar. Genelde edebi eleştirilerde, eserin akış yönünün bir olayla, çatışmayla değiştiği, “kırılma noktası” olarak Türkçeleştirebileceğimiz, Almanca tabir olan “wendepunkt” bu eserde yağmurun altında sırılsıklam olmuş iki aşığın hararetle tartışmasının yaşandığı noktadır. Bedenlerinin tartışırken birbirlerine bir yaklaşıp bir uzaklaşması, sinematografik açıdan dikkat çekicidir (01. 08. 44 – 01. 12. 59). Elizabeth’e, ilanı aşk ederken, Elizabeth’in ailesini aşağılayarak konuşan Darcy en tabii reddedilir. Buradaki mekân, atmosfer ikilinin arasındaki güçlü ama inatçı ve gurur dolu aşkı müthiş yansıtmaktadır.
Mekân ve atmosfer seçimi oldukça önemlidir çünkü, örneğin Elizabeth’in ailesi haftada bir yıkanan, dağınık bir eve sahip olan bir ailedir. Bu durumda seçilmiş olan ev 19. Yüzyıl orta halli geçime sahip ailelerinin evlerinin daha dağınık, hayatın da oldukça kirli olduğu bir dönemdir.
Hararetli ve açık açık yapılan tartışma sonrası ve Darcy’nin açıklamalı mektubu sonucunda, Elizabeth’in bakış açısı neredeyse değişmek üzeredir. Doğanın Elizabeth’in ruhunun biricik yardımcısı olduğundan bahsetmiştik. Joe Wright, teyzesi ve eniştesi ile birlikte kısa bir seyahate çıkan Elizabeth’i sarp kayalıkların olduğu yerlere, yemyeşil doğanın içinde yaşadığı son olayları doğayla iç içe düşünmesine imkân sağlar. Hele ki, kocaman bir ağacın dibine Elizabeth’i elinde ikiye ayrılmış bir elmayı yerken göstermesi kitaptan tamamen farklı ama bir o kadar da metne müthiş uygun olan bir sekanstır. Elma bilindiği üzere, söylencelerde ya da aslında açık açık hiçbir kutsal kitapta elma olduğu yazmasa da Hıristiyan terminolojisinde ikonografik anlatılarda, Âdem ile Havva’nın aşkını ve onların işlediği günahı temsil eden bir cennet meyvesidir. Burada da elmanın, aşk anlatımını destekleyecek nitelikte renkli bir ifade olarak görmekteyiz.
18. ve 19. Yüzyıl sosyetesinde müze gibi döşenen evler ve muhteşem titizlikle bakılan envai çeşit çiçeğin bulunduğu geniş büyük bahçeler, parklar zenginliğin en temel göstergelerinden biridir. Bu zamanda yaşayan insanlar aktivite olarak birbirlerinin bahçelerine, parklarına piknikler düzenleyerek çeşitli oyunlarla gündüz eğlenceleri düzenlemişlerdir. Hemen hemen tüm viktoryen dönem İngiltere’sinde bu tür yaşam şekli yaygındır. Darcy’nin evi de o dönem sosyetede var olan en meşhur, en zengin ve en “müze gibi” olan evlerden biridir: Pemberley malikanesi. Önünde büyükçe bir gölü olan bu ev, Elizabeth’i ve teyzesini, eniştesini adeta büyüler. İçinde ihtişamlı sanat eserlerinin, tavan resimlerinin ve çeşitli heykel çalışmalarının bulunduğu ev, Darcy ve Elizabeth’in habersiz karşılaşmalarının dördüncü durağı olacaktır. Bu karşılaşma her ikisinin çekinik tavırlarından anlaşılacağı üzere, filmin seyri aşkın fark edilmesiyle değişime uğramaktadır. Elizabeth, evde gezerken Darcy’nin kız kardeşine nasıl sevecen davrandığını yanlışlıkla görür. Bir insanın zaten en rahat ve kendisi olabildiği yer evidir. Ev, insanın tam anlamıyla kendisini bulduğu, kendisi olduğu tek mekandır. Bu açıdan izleyicinin Dracy’nin en kendisi olduğu anı, onu kendi evinde gördüğü andır. Şöyle ki Bay Kibirli Darcy’i ilk defa evinde gülerken görürüz. Bu her açıdan öykünün bütünleyici tarafını tamamlayan en önemli parçanın sunulduğu andır. Çünkü artık her iki taraf da gururdan ve kibirden sıyrılmaya başlayarak karşılıklı konuşurlar (01. 27. 07). İzleyicinin daha da yakınlaştığı karakterleri, Elizabeth’in kız kardeşinin tehlikeli Bay Wickham ile kaçtığını duyunca Elizabeth ve Darcy’nin daha bir yakınlaştıklarını görmeye başlarız. Bu korkunç duruma hemen el atıp yardımcı olan Darcy, Elizabeth’in ailesinin uygun olmayan bu evlilik şekli yüzünden toplumdan zarar görmemesi için gerekli olan yardımı yapar. Yani halka duyurularak evlilik yapılır. Evliliği, halkın duyması oldukça kati ve gerekli olan bir etkinliktir.
Sabaha kadar uyuyamayan Elizabeth, Darcy’e âşık olduğunu anlayınca, sabahın en erken saatince, sabahın sesinin yaygın olduğu saatlerde dışarıya yürüyüşe çıkar. Arkadan piyano sesinin eşliğinde kırağıların henüz düştüğü saatlerde yürüyen Elizabeth, karşısında kendisi gibi uyuyamamış Darcy’i görür. Oldukça bitkin halde kendisine doğru yürüyen adam, artık tamamen gururundan ve kibrinden sıyrılarak Elizabeth’in karşısında durur ve tekrar aşkını itiraf eder: “Eğer geçen Nisan’daki gibi hissediyorsanız, hemen söyleyin. Benim hislerim ve arzularım değişmedi. Ama ağzınızdan çıkacak tek bir kelime beni ebediyen susturur. Ama hisleriniz değiştiyse şunu söylemek zorundayım, vücudumu ve ruhumu büyülediniz, sizi seviyorum, seviyorum, seviyorum. Bugünden sonra bir daha sizden ayrılmak istemiyorum.” (01. 55. 03). Bu Darcy’nin karakter gelişiminin en net gösterildiği andır. Bir aşk itirafı ev’den sonra insanın en çok kendisi olduğu andır diyebiliriz. Bu aşk dolu itiraftan sonra asıl etkileyici sahne, 18. Yüzyıl leydisi olan Elizabeth’in Darcy’nin eline uzanıp onun elini, aslında erkeklerin nezaketen kadınların elini öptüğü şekilde uzanıp öpmesidir. Bu Wright’ın seyirciye aktardığı, o çağın kadını olan Elizabeth’in özgür, kendine has ve eşsiz ruhunun en güzel ifade edildiği anların en önemlisidir (01. 55. 35). Austen’ın her karakteri olmasa da çoğu karakteri dönemin toplumsal yapısını özellikle kadınlar üzerine büyük eylemlerde bulunamasalar da içten içe daha farklı düşüncelere sahiptir.
Akşit Göktürk’ün de dediği gibi Jane Austen “kolay kolay hiçbir çağa sokulamayacak bir yazardır”, bu sebepledir ki onu Romantik temalar içinde görürken, Klasisizm’in karakterleriyle de karşılaşabiliriz. Muhtemel bu denli eşsiz oluşu da onun sinemaya uyarlanması hususunda büyük kolaylık oluşturabiliyor. Filmin iyiliği yahut kötü oluşu tartışmasının uzağında, Joe Wright, kendisinin anladığı ve tahayyül ettiği bir “Aşk ve Gurur”u bize etkili sekanslarla, özellikle yakın çekimlerle o dönemin inceliğini yansıtır şekilde aktarmıştır. Yakın çekimi tercih etmesi belki de Austen’ın karakter analizindeki dikkatli, derin incelemelerine sinemadaki en uygun karşılığıdır.
BERDÜCESİ - Sayı: 3