KALP YANGINI

 

Büyük bir kalp yangınıyla uyandım. Öyle filmlerdeki gibi yerimden fırlamadım ama gözlerimi açar açmaz bu kadar uyanık hissettiğimi hiç hatırlamıyorum. İnsan acı çekerken neden kalbini işaret eder bilmem. Benim yangınım boğazımdan başlayıp mideme kadar inen bir lav yoluydu sanki… Geçtiği her yeri yakıyor… Bak burası yutak, işte göğüs kafesi, ağaç dalları gibi kıvrılarak döşüme yayılan yakıcı bir his. Son olarak, dizlerimi karnıma çekip başımı kollarımın arasına alma isteği uyandıran bir ateş havuzu olan midem.

 

Ejderhalar ateş püskürtürken canları yanıyor muydu acaba? Var mıydı bu yaratıklar yoksa sadece masallarda mı yaşadılar? Telefonum komodinin üzerinde, hemen elime alıp Vikipedya’yı açsam, öğrensem, sonra unutsam. Böyle portatif bilgeleriz ya biz artık. Çok öğrenip çok unutuyoruz. Her şeyden birazcık biliyoruz. Bundan yakınırdım sohbetlerde. “Ah biz modern insanlar, araştırmacı unutkanlar” derdim. Ama şimdi, kollarıma, bacaklarıma yayılan acıyla birlikte bu saçma soruları kendime sormak, aklımı bedenimden ve tabii ki acıdan uzaklaştırıyor.

 

Bu acı aslında yok, yok sayarsam onu, kesilecek. Bedenimin hâkimi benim. Beynimi kontrol edebilirim. Her şey düşüncede bitiyor. Ne kitaplar okudum yahu, hadi biriniz yardıma gelin. Kişisel gelişim kitapları, psikolojik imar planları, yenilenebilir hücre yapma sanatı, nefes egzersizleri, duygu durum onarım çalışması… Size sesleniyorum! Bu acının, bana verdiği rahatsızlıktan dolayı özür dileyip gitmesi için, şimdi sizi biriktirdiğim yerden çıkıp elinizden geleni yapmalısınız. Yapmayacak mısınız?

 

Sağır olmuş kendi kendime yetme hazırlıklarım. Nasıl da inanmıştım, sağlıklı bir ruh imar edebileceğime. Mutluluğun yüz bir yolunu ayrıntılarıyla dinledim, dinginlik için bir sürü meditasyon şekli öğrendim, beni herkes olduğum gibi kabul etsin diye kendimle istikşafi görüşmeler yapıp uzlaşmaya vardım. Gel gör ki yine de gördüğüm bir rüya bütün ruh yapım araç ve gereçlerimi etkisiz hâle getirip bir çocuk gibi çaresiz bıraktı beni. Acaba çocukluğuma inilmediği için mi bütün bu çilem, bir ara oraya da gidelim diye telefonuma hatırlatma mı koysam?

 

Dur! Rüya evet. Beni bu hâle getiren rüyam olduğuna göre ne gördüğümü hatırlamam lazım. Sorunun kökenine in, sevgili ben. Yoksunluk krizine, çaresizlik girdabına evrilmekte olan bu acının başlangıcı rüya olmalı. Çünkü uyandım ve bu duyguya boğuldum. Nereye gitti büyük yer kaplayan o şey? Niye şimdi boş hissediyorum? Bu derin kuyuya düşmeden önce nerede yürüyordum? Neden ağzımda dut tadı var?

 

Çocukluğumdan beri dut yemedim oysa. Eskiden ağaçtan topladığımız bir şeyin manavdan satın alınması bana garip gelmişti. Çocukluğumun evinden taşınınca dut ağacına da veda ettiğim için bir daha da yememiştim bu meyveyi. Ağacı hatırlıyorum. Dallarının evimizin çatısına uzanışını… Çatıya kolayca çıkardık küçükken, çünkü gecekondumuzun bir duvarı adam boyundan azıcık uzun, diğer duvarı üç metreden yüksek bir uçuruma tutunuyordu. Bir tarafın kiremitleri çok kırılırdı ve annem kızardı çatıda dolaşmamıza, diğer tarafa geçmek yasaktı, o yüzden o kiremitler sağlam kalırdı.

 

Ve ben bazı geceler o evin bir tarafında dut yediğim rüyalar görüp neşeli uyanırken bazı geceler diğer taraftan yuvarlanırdım. Tam yere düşemeden uyanırdım sıkıntıyla. Tekrar uykuya dalmadan başka anılar gelirdi aklıma korkuyla… Evin kısa duvarında yer alan mutfak penceresinden gördüğüm insan ayakları, yürüyüp geçen genellikle. Birisi dursa da eğilip baksa pencereden çok korkarım derdim. Hiç bakan olmadı ama ben hep korktum o başsız ayaklardan.

 

Sonra karanlık banyodan, korkulukları olmayan, bir türlü inşaatı bitmeyen balkondan, yokuş aşağı tornet kayarken birden karşıma çıkan arabadan… Karanlık çökünce annem adımı bağırmadan ulaşmaya çalıştığım evin mavi demir kapısının önünde babamın ayakkabılarını görünce aklım çıkardı, çünkü geç kalmışım demekti… Aklıma geldi bak, komşunun sürekli havlayan ceberrut köpeğinden de çekinirdim, çünkü çok kızdırırdım onu. Bir kırsa zincirini, yerdi vallahi beni, ona rağmen karşısına çıkıp dil çıkartırdım Rex’e. Bundan olsa gerek Rex de gelir rüyalarıma, kovalardı beni dik merdivenlerden aşağı…

 

Şimdi ise ay sonunu getirememekten, o sevdiğim yazarın kitabının dizi uyarlamasının çok kötü olmasından, geçen sene aldığım elbisenin modasının hemen geçmesinden korkuyorum. Ama hiç birisi rüyalarıma girmiyor, hala çocukken yaşadıklarım bana gece vakti çalar saat oluyor.

 

Düşünürken hatırlıyorum şimdi, rüyamda annem ölüyor. Nasıl öldü, ne oldu bilmiyorum. Ölmüş sadece, yokluğu kaplamış her yeri. Sadece biliyorum. Öyle, yok işte. Beni delirtecek bir acı bu. Sanki bir kuklaymışım da ipim kopmuş, düşmüşüm yere, kalkamıyorum. Sanki kuşmuşum ama kanatlarım açılmıyor, yapışmış iki yanıma. Hani bir masaymışım ama ayağımın biri kırılmış, sallanıp duruyorum, dengesiz… Suluboya resimmişim, beni dışarda unutmuşlar, yağmur başlamış, akıp gidiyor renklerim. Çok güzel bir beste var aklında sanatkârın, ama ne kağıdı var nota için ne çalgı var duyurmak için. Öyle, tek bir kafada çalıp duruyorum, bir duysa herkes, bayılacaklar, ama dışarı çıkamıyorum.

 

Rüya olduğunu hatırlayınca rahatlıyorum. Kendi kendimi sakinleştiriyorum. Hepsi bir rüyaymış. Bak Rex de yok, eve de geç kalmadın, başsız ayaklar geçmiyor mutfak penceresinden. Çatıda dut yiyen çocuk değilsin artık, büyümüşsün. Korkma artık, hatırla, ilk oruç tuttuğumda sekiz yaşındaydım da iftarda dua etmiştim, “30 yaşımı görmiyim Allah’ım beni o kadar yaşlandırma” diye. Şimdi kırkımı devireli oldu birkaç sene ama sıkı sıkıya bağlıyım hayata. Yeni orta yaş elliler diyerek geziyorum ortalıkta. Küçük değilim ama birinin çocuğuyum hâlâ. Koşulsuz, karşılıksız bir sevgi var hayatında, aç olup olmadığımı merak eden ve rutin muayenelerinde yanında olmam gereken birisi… Nasıl da rahatladım, dua ettim Allah’a, şükürler olsun dedim. Allah gecinden versin, Sağlık, sıhhat, ömür nasip eylesin.

 

Ve uyandım. Cenazeden sonra uyuyakalmışım annemin yatağında. Dışarda çatal kaşık sesleri. İnsanlar acıkıyor mezarlıklarda. Tanıdık sesler yeterince zaman geçtiği ve sıralı bir ölüm olduğundan durum güncellemeleri yapıyorlar aralarında şimdi. Sen ne yaptın, kızının okulu bitti mi, oğlanın oğlu kaç yaşına girdi, emekli maaşına zam gelir mi, peynir BİM’de mi A101’de mi daha ucuz ve lezzetli ?

 

Rüya olmadığını anlayınca acı tekrar vuruyor. Son birkaç hafta, hastane ve ev arasında ne hissettiğimi anlayacak hâlim olmamış galiba. Çıkmadık candan umut kesilmezmiş. Şimdi mezar başına dikilen bir kırmızı gül ve can suyuyla anlıyorum meseleyi. Belki uğraşırsam tekrar uyanırım. Gerçekten rüya olur bunlar ve rüyalar da gerçek olur. Kaç kere uyumam gerekirse uyurum Rabbim ve kaç kere uyanmam gerekirse uyanırım, olmaz mı?

 

Fatma Vildan Özcan 

 

BERDÜCESİ - Sayı:10