LONDRA’DA HIRSLI BİR DUBLİNLİ:
JAMES JOYCE
Hatice Mert Yunak
Martello Kalesi’nin duvarlarını aşan sesler dışarıya yayılıyordu. Kıyıdaki dalgalara karışan cesur bir haykırışın kıvılcımıydı her bir kelime. Sabahın erken saatinde büyük çan henüz uyandırmamıştı Dublin şehrini. Kale duvarlarının arkasına, uzaklara, çok çok uzaklara, okyanusların ötesine ulaşıp yeryüzündeki her karış toprak parçasını sarsacak yepyeni bir çağın doğum çığlıkları buradan yükseliyordu.
16 Haziran 1904,
Dublin. Akıl çağının düşünürü James Joyce. 20. yüzyıl edebiyatını yerinden oynatan, bilinen her şeyi alt üst eden yazar. Hayallerindeki Dublin sokaklarını karış karış gezerken kendi toplumunun küllerinden yepyeni hayatlar, eserler inşa eden adam. Dış dünyada insanlar kendi savaş hikâyeleriyle oyalanırken İrlanda Adası, karnından doğacak bir edebi çağın sancılarını çekiyordu. Felsefe ve modern dil uzmanı, yazar, şair, eğitmen ve gazeteci Joyce; yeterince aklı başında, zeki, fazlasıyla nüktedan bir adamdı. Zaman zaman da aşırıya kaçan ifadeleri ve fikirleri nedeniyle eleştiri oklarının merkezi haline gelen isimdi.
Her savaşın toplumları örselemesi, yıpratması gibi İrlanda iç savaşı da James Joyce’u derinden etkilemiştir. Dublinliler kitabında birbirinden farklı birçok karakterin hikâyesini anlatırken arka planda karanlığı, yoksulluğu ve yorgun İrlanda halkını resmediyor. Fakat Joyce kendi ülkesinden sürülen bir yazar olarak hayatının büyük çoğunluğunu Paris ve Zürih’te, kısa bir dönemini de ünlü olmanın hayalini kurduğu Londra’da geçirmiştir.
Hırslı ve azimli bir Dublinli olan Joyce, Londra edebi piyasasında yer almak istiyordu. İlk kez 1900 yılında Londra’yı ziyaret etti ve İrlandalı bazı basın-yayın çalışanı ve gazeteciyle görüştü. Bütün İrlandalı yazarlar gibi Joyce da kendisine Londra’da yepyeni bir kariyer yolu açmak istedi. Lakin çalkantılı yaşamı yüzünden 1904 senesinde Avrupa’ya kaçmak zorunda kaldı. O zamanlarda henüz arkadaşı olan gelecekteki eşi Nora Barnacle ile Trieste’ye yerleştiler. James Joyce’un aklı hâlâ Londra’daydı. Londra’da kurduğu ilişkiler sayesinde yaptığı yazışmalar sonucunda birçok kitabını Londra’da yayımlatmayı başarmıştı. Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi, Dublinliler, Oda Müziği ve Sürgünler isimli kitapları çok okunan ve basılanlar arasındaydı. Her ne kadar kitapları İngiliz okurları tarafından severek okunsa da 1922’de yayımlatmaya çalıştığı Ulysses Londra’daki matbaacıların onayından geçemeyerek basılmadığı gibi yasaklandı. James Joyce’un ustalık eseri olarak anılan Ulysses o dönemde yaşamını sürdürdüğü Paris’te basıldı.
Joyce hırslı bir karakterdi ve yazarlık yeteneğini Londra’da kazanacağı başarı ve şöhretle zirveye taşıma hedefinden asla vazgeçmedi. Bu nedenle hızlı bir kararla Paris’ten ayrılarak 1931 senesinde Londra’ya taşındı ve Nora ile orada evlendi. Yaşamında yepyeni fakat kısa sürecek bir döneme adım atan Joyce Londra’daki geleceğinden çok umutluydu.
İrlandalı yazarın Londra’daki kariyerine en büyük desteği yazar, şair ve yayıncı T.S. Eliot verdi. Ünlü şair sahip olduğu bağlantılarını kullanarak hızlı bir şekilde Joyce’un Finnegan Uyanması kitabının basımı için anlaşmaları sağladı. 19. yüzyılın başlarında Londra’da kitapların yayımlanması birçok yazar için büyük önem taşıyordu. Ezra Pound ve T.S. Eliot da bu yolu izlemiştir. Bu nedenle James Joyce için de aynı kariyer sürecini önemsemişlerdir. Joyce’un tükenmeyen azmiyle nihayet 1936 yılında Ulysses yasal olarak yayımlandı.
MUMYALARIN İŞGAL ETTİĞİ ORMAN
Mumyaların işgal ettiği orman. Bu ifadeyi ilk okuduğumda James Joyce’un korkularına ve geniş hayal gücüne dair epey düşündüm. Sonbaharın Londra’nın en güzel mevsimlerden biri olduğunu düşünerek Joyce’u yazmadan önce yaşadığı semt ve sokağı ziyaret ettim. Kensington Sarayı’na oldukça yakın, birkaç sokak ötede, Campden Grove sokağındaki küçük bir dairede dört ay yaşayan ünlü yazar her fırsatta bu daireyi bir türlü sevemediğini belirtir. Binayı sevmemesine rağmen ağaçlarla kaplı sessiz sokağı çok seven Joyce, aynı zamanda yakındaki parktan “Geceleri mumyaların işgal ettiği orman,” diye bahseder. Birçok evin arka cephelerinin, bahçelerinin tren yoluna bakıyor olmasını sevmemiş. Bu binaların ev olarak inşa edilip ayrı ayrı katlara bölünerek daire şeklinde kiralanması için tasarlanmadığını vurgulamıştır. Kim bilir belki de Londra’nın tren sesleriyle uykuya dalmaya çalışan ıssız, kirli ve eski evleri yazara, sürgün edildiği yoksul memleketi Dublin’i hatırlatmıştır.
Binanın cephesinde 1931 senesinde orada yaşadığını gösteren mavi plakayı görürüz. Londra, Joyce için her zaman ilgi çekici olmuş ve cazibesini korumuştur. Kaldığı süre boyunca İrlandalı-Londralı birçok isimle sık sık akşam yemeklerinde buluşup onlarla uzun sohbetler etmeyi sevmiştir. Favori mekânlarından birisi olan Kettner’s, günümüzde hâlâ özel isimleri ağırlayan seçkin bir mekândır. Oscar Wilde’ın edebi kaleminden etkilen Joyce da tıpkı Wilde gibi Londra sokaklarında gezintiye çıktıktan sonra Kettner’s restoranına mutlaka uğrarmış.
Öte yandan Paris’te yaşamış olan Joyce, Londra’daki alışveriş ve erkek giyim mağazalarının, Avrupa’daki örneklerinin kat kat üzerinde olduğunu her fırsatta İrlandalı arkadaşlarına aktarmıştır.
ULYSSES’İN ANA KAHRAMANI DUBLİN
Londra’yı, Paris’i, Zürih’i sevmiş olmasına rağmen Joyce kalbini Dublin’de bırakmıştır. Başyapıtı Ulysses’te“Bir gün Dublin yıkılırsa bu romana bakıp yeniden yapılsın diye yazdım,” diye özlem dolu bir cümle bırakmıştır. Bütün yeteneğini, zekâsını ortaya koyduğu ve T.S. Eliot’ın “On dokuzuncu yüzyılı kapatan ve yeni bir çağ açan kitap,” dediği Ulysses’in her satırında, her sayfasında Dublin’in kokusunu, manzarasını sunmuştur bize Joyce. Bunun için diyebiliriz ki romanın en önemli kahramanlarından birisi Dublin’dir. Romanın ana kahramanı Leopold Bloom ile beraber sıradan bir günde Dublin’i adım adım beraber geziyoruz.
LEOPOLD BLOOM GÜNÜ: “BLOOMSDAY”
Ulysses, yedi sene içinde üç farklı şehirde (Trieste, Zürih ve Paris) yazıl - mıştır. Hayatının büyük kısmını Av - rupa’da göçmen olarak yaşamış olan Joyce’un zihninde kalan her kaldırım taşını, kıyıya vuran denizin soğuk dal - galarını, İrlandalı çocukların seslerini, halkın savaş bunalımları gibi her bir detayı ilmek ilmek işlediğini görüyo - ruz. Bu nedenle 16 Haziran İrlanda halkı için oldukça önemli bir tarihtir. “Bloomsday” farklı etkinlikler altında edebiyat şöleni olarak James Joyce’u anma günüdür. Kendi topraklarından çıkmış Joyce’un ülkesine geri dönememesinin hüznünü ve duyduğu öz - lemi yansıtmak amacıyla İrlandalılar bu büyük gün için aylar öncesinden hazırlıklara başlarlar. Çeşitli yazar ve şairler, performans sanatçıları ve müzisyenler Joyce’un başyapıtı Ulysses için performanslarını sergilerler.
Bu kutlamalar bir yüzyıldır ritüele dönüşmüştür artık. Halk, 16 Haziran Bloomsday günü İrlanda yerel kıyafetlerine hatta James Joyce karakter - lerini yansıtan kıyafetlere bürünerek Joyce’un eserlerinin atmosferini yansıtmaya çalışırlar.
2022 senesi Ulysses’in yüzüncü senesiydi. Tıpkı İrlanda ve Paris’te olduğu gibi Londra’da da yeni bir çağın anahtarı olan eseri ve Joyce’u haftalarca coşkuyla kutladılar. Londra’daki birçok kitapçı vitrinlerini Joy - ce’un kitaplarıyla donattı. Yayınevleri yeni basımlar yaptı, Joyce’u anma etkinlikleri düzenlendi.
Zürih’te hayatının son zamanlarını yaşarken oğlu ve eşini hastane odasına çağırarak son kez görmek ister. Fakat tıpkı şehri Dublin’e olan özlemi gibi son anlarında da sevdiklerini görememenin hazin yalnızlığı içinde yaşama veda eder.
Londra sokaklarına ismini yazdıran James Joyce, her daim arzuladığı şöhrete vefatından sonra kavuşur. Bütün dünyada olduğu gibi Londra edebiyat dünyasında da kitaplarının binlerce basıldığını görebilmiş olsaydı ömrü boyunca çektiği sürgün hayatının meyvelerini nihayet alabildiğini görmekten büyük mutluluk duyardı.
BERDÜCESİ - Sayı: 8