MUAMMER’İN SAVAŞI

 

Dursun Ağa, henüz ağa olmadan çok evvel, pek genç bir yaşta, davulla zurnayla askere uğurlandı. Köyde ana kucağından çıkıp asker ocağına gönderilecek her genç için yediden yetmişe bütün köylü şenlik havasına girer, köylerinde yetişip askerlik çağına erişen gençlerle gururlanır, başları dik gezerlerdi. Yine öyle oldu. Genç Dursun hâlinden memnundu, askerlik de aradan çıkınca sevdiğine kavuşmak için önünde hiçbir engel kalmayacaktı. Kızın babası Tahir Efendi, önce vatanî görevini tamamlasın sonra gelsin kızı istesin, demişti. Doğrusu o al yazmalı nazlı güzele kavuşmak için bir gün bile beklemek zor geliyordu Dursun’a fakat sonunda vuslat varsa hasrete dayanılır diyerek yüreğini avuttu. Avuttuğu yüreğini sırtlanıp aklında sevdiği, elinde çıkını; köylünün gururlu naralarıyla yola koyuldu. Vardı gitti asker ocağına. Birliğe teslim olur olmaz, buranın ana kucağı olmadığını anladı. Gün ağarmadan uyandırıldı, içtimaya çıkarıldı. Erlerin tamamı nizami bir şekilde sıraya dizildikten sonra sayım başladı. Bir, iki, üç derken sıra Dursun’a geldi. Gür bir sesle haykırdı:

 

“Dursun Durmaz. Adana. Emret Komutanım!”

 

Komutan, Dursun’a şöyle bir baktı. Bu bakışlar pek hayra alamet değildi. Dursun bunu hemen anladı. Ne anladıysa öyle de oldu. Komutan kaşlarını çatarak Dursun’a seslendi:

 

“Asker, iki adım öne çık!”

 

“Emredersiniz Komutanım!”

 

Komutanın Osmanlı tokadı ilk kez orada, sağ kulağının hemen üzerinde yankılandı. Nedenini anlayamadı Dursun, suçunu düşündü durdu, bir şey bulamadı. Komutanın eli de pek ağırdı. Üstelik genç Dursun bunu defalarca deneyimledi. Askerliği süresince hemen her gün bu sert tokat gelip onu buldu. Komutanının onunla alıp veremediği neydi? Onlarca er arasından eften püften sebeplerle tokat yiyen hep kendisi oluyordu. Yok arkadaş, sebebini anlayamadı. Tipimi sevmedi herhâlde, diyerek kaderine razı oldu.

 

Bir değil, iki değil, üç değil derken Dursun’un canına tak etti ama elinden bir şey gelmedi. Ulan, dedi Dursun çaresizce. Şu askerlik bitsin, nazlı yârime, Hilal’ime kavuşayım, bir de oğlum oldu mu şu gaddar komutanın adını oğlanın kulağına okumak andım olsun. Senin adın Muammer, bittin sen oğlum, der tokatlamaz mıyım ben de onu? Dursun’un elinden başka bir şey gelmezdi, o da daha doğmamış oğlunun kaderini oracıkta yazıverdi.

 

Derken yelkovan kaçtı, akrep kovaladı. Günler ayları, aylar yılları takip etti. Geçmez sanılan günler su gibi değilse de kum gibi aktı. Sonuçta sayılı gündü, elbet sona erecekti. Asker ocağında, Komutan Muammer’in gazabıyla geçirdiği iki sene, öyle ya da böyle sona erdi. Dursun, yediği dayakları bile unuttu, komutanla helâlleşti. Köyüne dönüp sevdiğine kavuşmak zamanıydı artık. Tahir Efendi sözünü tutmuş, kızını bekletmişti. Dursun’un keyfi yerindeydi. Ata toprağına varır varmaz düğün hazırlıklarına başladı. Yedi gün yedi gece, davullu zurnalı, oyunlu halaylı, allı duvaklı, gelinli damatlı, ziyafet sofraları eşliğinde düğünleri yapıldı. Hilalle Dursun muradına erdi. Çok zaman geçmeden de nur topu gibi bir oğlan aldılar kucaklarına. Nur topu dediysek lafın gelişi, insan yavrusuna olan hürmetimizdendir. Zira Dursun, oğlanı kucağına alır almaz burun kıvırdı. Ey yüce Rabbim, çocuk benim çocuğum, sen beni affet ama bu ne çirkin oğlandır, diye yüzünü buruşturarak baktı el kadar sabîye. Askerdeyken içtiği andı da unutmadığından, oğlanın nur topu gibi olmadığına sevindi. Akça pakça olsa belki kıyamaz, tokatlayamazdı çocuğu. Vardı elbet bunda da bir hayır. Oğlanın kaderi ana rahmine düşmeden yazıldı dedik ya, adı da Muammer olarak geçti kayıtlara. Muammer öte, Muammer beri… Muammer sütten kesilip ele avuca gelmesin mi? O günlerde dili olsa, ele avuca gelmeyeyim ana, koynundan ayırma beni derdi fakat daha iki kelimelik bir cümle bile kuramazken, Dursun Efendi’nin gazabıyla tanıştı. İki yıl askerlik, dokuz ay gebelik, bir yıl da çocuğun sütten kesilmesini bekleyen Dursun Efendi’nin helâlleşip ayrıldığı komutanına kini geçmemişti. Aksine oğlana her baktığında komutana duyduğu hınç, kartopu gibi büyüdükçe büyüdü. Muammer, henüz bebeyken ilk tokadın tadına baktı. O ağladıkça, anası avuttu. Kadıncağızın ciğeri kavruldu da ses edemedi Dursun’a. Zaten peş peşe üç bebe daha, önce bedeninde sonra koynunda yer edince, Hilal’in kocasına dur demeye ne dermanı ne vakti kaldı. Dursun bildiğini okudu. Peş peşe ağabey olan Muammer, anasının koynunda bile avunamadan, orasından burasından yara bere eksilmeden büyüdü gitti. Büyürken komşusu Mesude Hatun’un da işlerine koştururdu. Mesude Hatun dul bir kadındı. İşin kötü tarafı eski kocasının adı da Muammer’di. Adam, kadıncağıza etmediğini bırakmadı; dayak desen var, kumar desen var, ağzı da alkolden leş gibi kokardı. Gırtlağına kadar kumar borcuna batıp alacaklılar kapıya dayanmaya başlayınca, Mesude Hatun daha fazla sabredemedi, Muammer enişteyi evden postaladı. O gün bugündür eski kocasını görmedi. Muammer eniştenin evden kovulmasının üzerinden çok zaman geçmeden bizim Muammer dünyaya gelince, Mesude Hatun çok dil döktü. Etmeyin eylemeyin kocam gibi hayırsız mı çıksın oğlan, Muammer’den başka isim mi yok Allah aşkına, dediyse de Dursun Efendi Nuh dedi Peygamber demedi. Kafaya koydu, ant içti bir kere, komutanın ismini verecek oğlana. Öyle de yaptı fakat Mesude Hatun da kafayı taktı çocuğa. Baktıkça eski kocası geldi aklına. Üstelik hiç oğlu olmadan dul kaldığından, tüm ayak işlerine Muammer’i koşturdu. Akranları oyun oynadı, Muammer, Mesude’nin ayakkabılarını sildi. Akranları okula başladı, Muammer, bakkal Mesut’tan aldığı ekmeği, peyniri, şekeri Mesude’nin evine taşıdı. Ne zaman ki çocuğun boyu serpilip yaşıtları üçüncü sınıfa geçti, işte o zaman anası babası akıl etti de oğlanı okula kaydettirdi.

 

Köy okuluna kaydı yapılınca, bu sefer okul yoluna koyuldu Muammer. Köye yeni atanan ilkokul öğretmeni, ilk ders gününde öğrencilerle tanıştı. Muammer bir şok da orada yaşadı. Adını söylediğinde ilkokul öğretmeni uyuza yakalanmış gibi ovuşturduğu ellerini hırsla kaşımaya başladı. Lan Muammer, adı batasıca, dedi. Bir arkadaşım vardı senin adında. Beni dolandırıp başka şehre kaçtı. Hâlâ izini bulamadım uğursuzun. Düşünebiliyor musun, en yakın arkadaşımdı bu benim! Oğlum sana her baktığımda onu hatırlıyorum. Gel ulan buraya! 

 

Ah Muammer, vah Muammer! Seninki de ne kadermiş be evladım. Sana kimler yansın? Adı Muammer diye dayak yer mi insan, yermiş meğer. Ağlamayı unuttu gül gibi çocuk. Eyvallah öğretmenim, deyip saygıda da bir gün kusur etmedi. Zaten ne yapabilirdi ki, boyu bacak kadardı. Fakat aklı çalıştı, sınıfta okumayı söken ilk çocuk Muammer oldu. Öğretmen bir de bunun için dövdü çocuğu. Neymiş, derslerini hemen bitiriyormuş, arkadaşlarını beklemiyormuş. İlginç, çok ilginç vallahi. Elinden gelse yavaşlayacak Muammer ama kafa zehir, yavaşlayamıyor. O da yavaşlamadı. İyi de yaptı. Okumayı söker sökmez “Ulan Muammer,” dedi kendi kendine. “Bu isimden bir gün hayır görmedin, acep anlamı ne?” diye meraklandı. Mesude’nin evinde bir ‘İsimler Sözlüğü’ görmüştü. Beşinci kızı doğmadan hemen önce, haftada bir gün köye gelen çerçiden almış bu sözlüğü kadıncağız. Bu seferki oğlan olursa şöyle oğlana yaraşır bir ismi olsun demiş, oturmuş sözlüğün başına, uzun uzun isim aramış doğmamış oğlana. Oğlan da değilmiş zaten bebek, beşinci de kız doğunca adını Döne koymuşlar. Cinsiyeti kızdan oğlana dönsün de altıncı bebek oğlan olsun diye. Sonra da işte malum olaylar olup Muammer Enişte evden kovulunca, beş kızla dul kalmış Mesude.

 

Muammer bunları hatırlayınca doğruca koştu Mesude’nin evine. Mesude Hatun Muammer’i görünce astı suratını, homurdanarak sordu ne istediğini. Mesude Teyze, dedi Muammer istifini bile bozmadan. Annem sizin evdeki İsimler Sözlüğünü istiyor da, onun için geldim ben. Bak sen, dedi Mesude şaşkınlıkla. Ne yapacakmış acep İsimler Sözlüğünü? Bana bak ulen, yoksa gene mi kardeş geliyor sana? Valla ben bilmem Mesude Teyze, dedi Muammer, anneme sorarsın. İyi, iyi tamam al bakalım, diyen Mesude, uzunca zamandır duvardaki rafta bekleyip duran sözlüğü çocuğa uzattı. Nasıl olsa artık sözlükle falan bir işi kalmamıştı. Muammer sözlüğü alıp eve doğru koşarken yolun yarısında sabırsızlanıp durdu ve sözlüğü alelacele açtı. M harfinin olduğu bölümden kendi isminin anlamını aradı. Buldu da. Şöyle yazıyordu:

 

“Muammer ismi erkek çocuklara verilen bir isimdir.”

 

E herhalde yani, bunu zaten biliyor Muammer. Hızlıca okumaya devam etti:

 

“Muammer ismi Arapça kökenli bir isim olmakla birlikte ‘yaşamış, yaşayan, uzun ömür süren, bahtlı’ gibi anlamlara gelmektedir.”

 

Buyur buradan yak! Yaşamak buysa, doğrusu sekiz yılı devirmişti eyvallah ama bahtlı biri olmadığı da çok açıktı. Bu işte bir terslik var diye düşündü. O sırada kafasında şimşekler çaktı. Sözlüğü heyecanla karıştırmaya başladı. Sözlüğün sayfaları arasından kendisine münasip bir isim bulmaya karar verdi. Babasının kendisi için yazdığı kadere razı gelemezdi. Muammer isminin anlamı güzel, bahtı karaydı. Bu sefer anlamı kötü bir isim bulabilirse belki tersi olur da şu çocuğun da artık yüzü gülerdi. İyice inceledi sözlüğü. Yiğit, cömert, delikanlı, mert… Sözlükteki isimlerin hepsinin anlamı iyiydi. Eh öyle olacak tabi, kim çocuğuna kötü anlamlı bir isim seçer ki, diye düşündü. Babam bile, bilmeden de olsa anlamı güzel bir isim koymuş bana diye geçirdi içinden. Eyüp ismine takıldı gözleri. Eyüp Peygamber’in sabrı vardı Muammer’de. Şimdi adı Eyüp olsa, adının tersi çıksa, sabrı da tükenirdi belki. Sabrı olmazsa nasıl yaşardı Muammer? Hemen başka bir isim aramaya koyuldu. Buldum, dedi. Adım Savaş olsun. Savaş’ın zıddı ne, Barış. Adımın zıddı barış olursa babam da artık benle barışır belki, dedi neşeyle. Muammer Durmaz gidecek, yerine Savaş Durmaz gelecekti. Böylece babasıyla arasındaki savaş bitecek, barış başlayacaktı.

 

Köydekilere adını değiştirdiğini, Muammer Durmaz diye birinin artık olmadığını, yerine Savaş Durmaz’ın geldiğini söylediyse de kimse ona kulak asmadı. Başta babası olmak üzere herkes ona güldü geçti. Hatta Muammer bir tokat da bundan yedi. Sen kim oluyorsun da benim sana koyduğum adı beğenmiyorsun bre haylaz, diyen babası okkalı bir tokat daha yapıştırdı suratına.

 

Bir çıkış yolu bulamayan Muammer, her Allah’ın günü sırf adı Muammer olduğu için dayak yedi. On yıl boyunca adını değiştirme savaşı verdi fakat kimse ona Muammer’den başka bir isimle seslenmedi. On sekiz yaşına bastığı gün şehre gidip Nüfus Müdürlüğünü buldu. Masa başındaki memura, isim değiştirme talebinin yazılı olduğu dilekçeyi uzattı. Memur dilekçeyi alıp göz ucuyla inceledi. Adın güzelmiş, dedi. Bir de bana sor, diye mırıldandı Muammer. Yeni adın ne olacak ki, diye sordu memur. Savaş olsun, dedi Muammer. Memur dudak büktü. Savaş Durmaz, diye birkaç kere tekrar etti kısık sesle. Sanki onu çok ilgilendiren ciddi bir problemi çözmeye çalışır gibi, elini çenesine dayayıp düşünmeye başladı. Savaş Durmaz, dedi yeniden. İçine sinmeyen bir şeyler vardı bu isimde ve onun ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Sen git, dedi sonra Muammer’e dönerek. Bir hafta sonra gelip alırsın kafa kâğıdını.

 

Muammer, tam bir hafta sonra aynı yerde oturan memurun başında dikilip yeni nüfus cüzdanını almaya geldiğini söyledi. Memur, muhatabının yüzüne bile bakmadan sağ yanındaki çekmeceyi açıp eline aldığı zarfı Muammer’e uzattı. Soyadını da değiştirdim, dedi bıyık ucuyla gülümseyerek. Muammer zarfı açıp nüfuz cüzdanını eline alınca gözlerine inanamadı. Yeni ismi ‘Savaş Dursun’ olarak kayıtlara geçmişti. Eyvah, dedi dehşete kapılarak. Savaş şimdi başlıyor.

 

Feyza Nur Emiroğlu

 

BERDÜCESİ - Sayı: 9