MÜŞTAK BİR KOMEDİ: ŞAİR EVLENMESİ

 

Derya Özer

 

Tanzimat dönemi şair ve yazarlarından olan İbrahim Şinasi, yurt dışındayken dikkatini çeken tiyatronun, toplumu dönüştürmek için etkili olduğunu gözlemler. Batılı tiyatro anlayışını Devlet-i Âli’ye taşımak ister. 1859 yılında yazdığı Şair Evlenmesi sahnelenmeyince, kendi çıkardığı Tercüman-ı Ahval gazetesinde tefrika eder. Eser yazılmış ilk Türkçe oyun değildir. Ancak Batılı anlayıştaki tiyatro normlarını uygulayan ilk oyun olarak anılır.

 

Şair Müştak Bey, sevdiği Kumru Hanım’la nikâhlanır. Arkadaşı Hikmet de bu sevincine ortaktır. Ancak Ziba Dudu’nun gerdek için getirdiği kadın Kumru değil ablası Sakine’dir. Sakine’yi gören Müştak Bey, isyan ederek doğru kadını getirmesi için Ziba Dudu ve Habbe Kadın’a ısrar eder. Kadınların çağırdığı imam ve mahallelinin olaya dâhil olmasıyla Müştak Bey zor durumda kalır. Onu bu durumdan arkadaşı Hikmet Bey kurtarır.

Sakine’nin yaşı geçkindir. Kamburu vardır. Çirkin kabul edilen bir kadındır. Kumru’nun güzelliğiyle evde kalması ihtimal dışı görülür. Müştak Bey’e hile yapılmasının temelinde bu vardır. Kız kardeşinin sevdiğiyle evlendirilmesinin Sakine üzerindeki etkisi okuyucuya kapalı, Kumru’nun bu duruma üzüldüğü açıktır.

 

Mahallelinin olaya dâhil olduğu sahneler curcunadır. Ebüllaklaka, nikâhı kıyan imamdır. Yanlışlık olduğunu reddeder. Ona büyük kardeşin mahrem olduğunu söyler. İtiraz eden Müştak Bey’e sert çıkar. Atak Köse mahalle süprüntücüsü ve Batak Köse mahalle bekçisi olarak oradadır. Batak Ese, imamı destekler. Bekçilik yaparken geç saatlerde damat beyin taratordan geldiğine şahit olduğunu söyler. Ebüllaklaka, edepsiz i’lâmını alıp Müştak Bey’i mahalleden kovmak gerektiğini söyler. Mahalleli bir ağızdan, istemeyüz, diye bağırırken gelen Batak Ese de koroya katılır. Arkasından sahneye dâhil olan Hikmet Bey, neyi istemediğini sorunca Batak Ese, konuyu bilmediğini ancak mahalleli bir konuda birleşmişse onların haklı olduğunu söyler. Arkadaşı soru cevaplarla olayı anlar. Yanına yaklaşarak gizliden küçük bir para kesesini imama gösterir. Rüşvet denemesini fark eden mahalleliyi yatıştırmak için onu azarlayan Ebüllaklaka, yan cebini işaret eder. Sonrasında lafını çevirir, büyük derken yaşça değil boyca büyük olanı kastettiğini söyleyerek geri adım atar. Rüşvet konusunda ısrarcı olanlara yemin ederek paraya dokunmadığını söyler. Prensip olarak bu doğrudur. Paraya eli değmemiştir ancak rüşveti kabul etmiştir. Mahalleli onun keskin dönüşünü de onaylar.

 

Özet olarak anlatılan bu sahneler, dönemin fotoğrafını ulaştırır bugüne. Ziba Dudu gibi kadınlar, birbirlerine yakıştırdıkları gençlerin evliliğinde ön ayak olurlar. Arabuluculuk evliliklerde önemli bir işleve sahiptir ve yakın zamana kadar toplumumuzda yaygınlığını devam ettirir. Habbe Kadın, gelini hazırlayan ve gerdek odasına getiren yengedir.

 

Atak Ese, Müştak Bey’in tiyatroya gidişini yadırgar. Sadece o değil, mahalleli de bunu ayıplar. Piyesin yazıldığı dönemde halk tiyatroya mesafelidir. Yabancı tebaanın yanı sıra Türk tebaa da tiyatrolar açmaya başlamıştır. Batı eğitimi alarak ülkeye dönmüş olan kesim, bu tiyatroların müdavimidir. Ancak halkın önemli kısmı geleneksel tiyatroya alışıktır. O dönemde kadınlar için kafesli bölmeler oluşturulsa da tiyatroya sadece erkeklerin gidebileceği inancı yaygındır.

 

Sahneye girdiği anda mevzunun ne olduğunu bilmeden mahalleliye katılan Batak Ese, sürüden ayrılanı kurt kapar yaklaşımının aynasıdır. Mahalledeki tek sesliliği ve olayların sorgulanmadan kabulünü yansıtır.

 

Hikmet Bey, piyes kişileri içinde en aklı başında görünenidir. Arkadaşını gelenekler konusunda bilgilendiren odur. Yazar, önermesini piyesin sonunda ona söyletir: “İşte kendi menfaati için aşk ve muhabbet tellâllığına kalkışan kılavuz kısmının sözüne itimat edenin hâli budur.” Düğümlenen olayı çözen odur. Ancak rüşvetle çözüm yöntemi ahlaki değildir.

 

Müştak, şairdir. Şairin güçlü sezgileri vardır. Olayları kavrayışı, sentezi, analizi topluma yön verecek güçtedir. Sanatını ön görüsüyle icra eder. Aşk, gönülde filizlenir. Âşık duygularını şiirle ifade eder. Aşkın ayırt ettirici, birleştirici yönü şair kimliğiyle örtüşür. Ancak bu tespitler, Müştak Bey’de bulunmaz. O silik bir karaktere sahiptir. Kendini ifadede zorlanır. Yaşadığı toplumdan kopuktur. Kumru için yüz görümlüğü takması gerektiğini dahi bilmez. Anlık olarak yazdığı dizelerle eksiğini gidermeyi düşünür. Ancak bunlar sıradan sözlerdir. Evlenmek için ablasının izdivacını beklemesi gerektiğini de duymamıştır.

 

Tek perdelik oyun, görmeden evlenmenin eleştirisidir. Geleneksel tiyatroda da rastlanan konu bu eserde ironik bir eleştiriye dönüşür. Lakin Şinasi, Müştak Bey ve Kumru’nun evliliği üzerinden yaşananlara sembolik anlamlar yükler.

 

Müştak Bey, geleneklerin karşısındadır. Onun züppe bir karakter olarak piyeste yer alması, geleneksel olmayana, yeniliklere toplumun bakış açısıdır. Müştak Bey’in züppeliği genel görüşün aksine Batılılaşmayı yanlış anlayanlara bir eleştiri değildir. Bu züppelik durumu, toplum karşısında durabilen “birey” göndermesidir. Evlilik için toplumun uymasını beklediği ananeleri bilmez. Çünkü o özgür bir bireydir. İmama itirazları sisteme ve otoriteye başkaldırıdır. Sesinin cılızlığı, kendini birey olarak toplumdan ayırmış insanların azlığıdır. Onda, hürriyet hareketinin öncülüğünü yapabileceği liderlik vasfı yoktur. Sadece kendi çıkarı için adım atar. Yazarın, sistemden şikâyetçi ancak doğru adımı atamayan aydın göndermesi yaptığı da düşünülebilir. Zira bu tip insanların harekete geçmesi için ancak menfaatlerine dokunulması gerekir.

 

Hikmet Bey sistemi eleştirmez. Sistemin açıklarından, onu uygulayan insanların zaaflarından yararlanır. Ancak nihayetinde sistem içinde hareket eder. Bilgeliği de gelenekselle çelişmez. Bilinen sınırda olmanın konforundan ödün vermeden yaşar. Müştak Bey sorgulayan, Hikmet Bey kabul edendir.

 

Şinasi’nin piyesi, Karagöz ve ortaoyunu etkisi olsa da Moliére’in farslarına benzer. Karakterler açısından piyesle Cimri arasında benzerlik vardır. Her iki eserde de sahnede iyi ahlâklı karakter yoktur. Hikmet Bey, Cimri’de kısa süreliğine gördüğümüz tek iyi karakter Anselme’yi andırır. Ancak müşkülünü rüşvetle çözme gayreti onu anılan karakterden uzağa düşürür. Rüşvet sahnesi de Zoraki Tabip’ten aynen alınır. Ziba Dudu, Moliére’in Cimri’sindeki arabulucu Frosen’den etkilenilmiş bir oyun kişisidir.

 

Eserde üzerinde durulması gereken bir diğer konu da mahalle imamına rüşvet verilmesi onun da bunu kabul etmesidir. Elbette ki bu bir ahlâk sorunudur ve bir imamın rüşvet alması mümkündür. Şinasi’nin piyesinde Ebüllaklaka adını verdiği bir imama yer vermesi bir gerçeğin oyuna yansıması mıdır yoksa Batı’da kiliseye karşı başkaldırının etkisiyle midir? Şinasi’nin uzun süre yurt dışında kalmış olması aldığı Batılı eğitimin etkisiyle piyesteki imam tiplemesini yazdığını düşündürür. Ebüllaklaka adı da bunun bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Edebiyatımızda ve tiyatromuzda o dönemlerden günümüze kadar yer verilen imam tiplemelerinin ekseri sorunlu olduğunu da belirtmek gerekir.

 

Şinasi, iki perde olarak yazılan piyesin ilk perdesinin görülen lüzum üzerine çıkarıldığı notunu düşer. Nedeniyle ilgili bir açıklama yapmaması çeşitli yorumlara yol açar. Yönetime eleştirilerin yoğunluğu, geleneğe karşı açık bir karşı duruş gibi nedenlerle sansüre uygulanması akla ilk gelen nedenlerdendir. Böyle bir sansürün Şinasi gibi bir hürriyet savunucusu tarafından dile getirilmesini beklemek gerektir. Yazar, piyesin ilk perdesinde göreceklerine toplumun hazır olmadığını düşündüğü için bundan vazgeçmiş olabilir. Müştak Bey’le arkadaşının ilk ve son sahnelerdeki konuşmalarından damatla gelin arasındaki ilişkinin alışılagelenden “cesur” olduğu fark edilir. Birinci perdede buna dair sahnelere yer verdikten sonra yazarın tepkilerden çekinmiş olabileceği düşünülebilir. Öte yandan Sakine ve Kumru’nun anne babalarının piyeste hiç görülmemelerinin de tuhaf olduğunu belirtmek gerekir. Yazarın ilk perdede Ziba Dudu ile annenin plan kuruşlarına yer verdiği ama sonradan seyircinin bunu hemen bilmesinden vazgeçtiği de düşünülebilir.

 

İbrahim Şinasi, tiyatro konusuna yoğunlaşıp etki altında kalmayan yetkin oyunlara imza atmaz. Ancak vasatın üzerinde bir piyesle Türk Tiyatrosuna katkıda bulunur. Arkasından gelecek başka çağdaşlarının tiyatroyu fark etmesini sağlar.

 

O, tiyatronun sanatımızda hak ettiği değeri görmesine müştaktır.

 

BERDÜCESİ - Sayı : 3