O MÜBAREK AKŞAM
-Sevgisi dağlar kadar yüce olanlara-
-Kaldı mı böyle sevdalar?
-Komşum varsa bir fincan sevda alabilir miyim bizde kalmamış da!
-Şey… Annem biraz sevda istedi sizde varmış.
-Semiha teyze bizim evde sevda hiç yok! Annemle babam için biraz vermeniz mümkün mü?
-Ali Bey siz sevdayı nereden aldınız, internette satılıyor mu? Denemeden alsak bizim eve uymazsa eğer iade edebilir miyiz?
-Sevdanın kargo ücreti ne kadar Semiha Hanım?
-Ali abi sevda sizin evde hiç bitmiyor maşallah bu işin bir sırrı var mı?
-Sizin sevdanızı bir yönetmen duysa film yapardı Ali amca. Öyle değil mi Semiha yenge?
-Kaldı mı böyle sevdalar?
-Kalmadı böyle sevdalar!
-Ne Aliler kaldı ne Semihalar!
Siyah saç yakışıyordu Semiha’ya. Kestane kahvesi gözlerinin üstüne dalga dalga dökülen saçlarıyla Yeşilçam artistlerine benziyordu. İncecik bel, kilo desen kırk ancak gelir. Yaşı hele hiç sormayın, en güzel yaşta; henüz on yedisinde. Aynalarla cilveleşme günleri. Çok güzeliz be!
Ali, Kadir İnanır’a benziyor yanağındaki bene kadar. Benzetenlere inanmıyor önce kimse. Görünce bir iç çekiş. Kadir İnanır’ın sarışın hâli. Hakikaten benziyor hem de o yürek yakan filmindeki hâline: Selvi Boylum Al Yazmalım’ın İlyas’ına. Filinta gibi. Uzun kirpikleri, ela gözleri ve sıcacık bir muhabbeti var. Babasını çocukken kaybetmiş, pek hatırlamıyor. Yol yapımında dinamit döşeyerek kayaları patlatırken iş kazasında ölen babası geride üç yetim ve gencecik bir eş bırakıyor. Geçim için para lazım ama yok! Babanın ölümü çok ani olmuş. Birikime fırsat olmamış, anneye bağlanan bir dul aylığı var o da ihtiyaçları zar zor karşılıyor. Sahip çıkan yakın akrabalar da muhtaç durumda, yokluk bu ailenin yazgısı oluyor. Oğlanlar bir yerde çalışamayacak kadar küçükler daha. Ortancaları kız çocuğu. Babanın ölümünden sonra ahırdan bozma bir eve taşınıyorlar, evlerinin bitişiğinde de dört katlı bir apartman dikili. Uzun sokaktaki tek apartman bu. Mimarinin müstakil evlerden apartmanlara yavaş yavaş evrildiği yıllar. Herkes birbirine benziyor. Evler aynı, halılar, kilimler aynı, çalı süpürgeleri, veresiye yazdırılan bakkal, kederler, sevinçler, umutlar, insanlar aynı.
Üç çocuğuyla dul kalan genç ve güzel Zeliha yeni geldiği mahallede tutunmaya çalışıyor hayata. Süt satarak geçinmeye çalışıyor. Çocuklarıyla hayat değirmeninde öğütülüyorlar yavaş yavaş. Günler geçiyor yarı aç yarı tok. Küçük oğlan daha yeni yeni palazlanırken sevda ateşine düşüyor ve ondan sonra başlıyor esas film. Yeşilçam artisti demedik boşuna. Ali evlerinin bitişiğindeki o tek apartmanda yaşayan komşu kızı Semiha’ya kaptırıyor gönlünü. Karşılıksız olmadığını anlayınca da mühürlüyor kalbini Semiha’nın üstüne. Ferdi Tayfur’un art arda patlayan şarkıları da harlıyor gençlerdeki aşk ateşini. “Dışarıda hafiften yağmurun sesi/Gözümde aşkımın hasret nöbeti.” “Bitmesin isterdim umutlarımız/Bitmesin isterdim duygularımız/Ne çıkar sel olsa gözyaşlarımız/Yeniden başlamak zor bundan sonra” Oğlanın annesi, kardeşleri haberdar bu sevdadan ama kızın ailesi için bu kabul edilebilir bir durum değil. Semiha ailenin ilk çocuğu ve geride ilgilenmesi gereken dört kardeşi daha var. Anne baba daha çok genç, çok toy. Hem Semiha için ne evliliği ne sevdası! O, Kur’an okumayı öğrenecek sonra dikiş-nakış kursuna gidecek, bu arada mutfakta pişecek, çeyizini düzecek, sonra kısmetinde varsa iyi bir yere gelin gidecek. Annenin babanın gördüğü, bildiği, öğrendiği böyle ama kader farklı notadan çalıyor hayat şarkısını. Alın yazısı bu kim bir harfini değiştirebilir? Ali’yle diken üstünde gizli gizli buluşmaları çok kısa sürüyor. Bakışmaları anlık. Semiha annesiyle pazara gitse bir gölge hep peşlerinde oluyor. Semiha’ya biri bakar mı, peşine biri düşer mi, ya benden başkası da ona sevdalanırsa? Ali kıskançlıktan deliye dönüyor. Sevdiğimi kimseye yâr etmem diyen, sevdasına sahip çıkan delikanlı çocuk o. Arkadaşları da bu sevdaya saygı duyuyor, destek oluyorlar. Ali, arkadaşının arabasını Semiha’nın evinin önüne çekip Ferdi Baba’nın şarkılarıyla efkârlanırken yalnız bırakmıyorlar onu hiç. Hafif alkollüyken, “Yaşatmam Semiha’ya yan bakanı. Benden başkasına yâr olamaz. Kimseye vermem benim o!” diyen Ali’ye arkadaşlarından, “Kaçır aslanım.” diyerek salık verenler de oluyor tabii. Ali başından beri akıllı davranıyor, “Kaçırırım kaçırmasına bana karşı çıkmaz eminim ama ailesinin rezil olmasını istemem. Yoksa bugün al bohçanı gel desem gelir, biliyorum.”
Ali’yi tanısanız ne ince ne düşünceli çocuk aslında. Onun derdi günü Semiha. Semiha tarafında da durum aynı. Çok sevdiği pırasa yemeğine bile dönüp bakmıyor, eriyor gün gün. Ali geçti mi geçecek mi diye diye pencere önünde akşamı ediyor. Annesi babası artık her şeyin farkında, “Olmaz” diyorlar. “Yaşı daha küçük. Hem biz kızımızı bu kadar yoksulluğun içine hele hele de işi gücü olmayan birine veremeyiz. Ev desen kız verilecek ev değil ahır!” Kızın ise vazgeçeceği yok gözü ne ahırı görüyor ne ahiri. Semiha’nın ailesi dayanamayıp evlerini bir akrabalarıyla takas ediyorlar. Apartman dairesini bırakıp müstakil bir eve razı oluyorlar sırf Semiha’yı o mahalleden uzaklaştırmak için. Fareler cirit atıyor gittikleri evde. Bahçedeki armut ağacının taş armutları bile tat vermiyor kimseye. Semiha kardeşlerinin yüzüne dönüp bakmıyor, öyle bir sevdanın içine düşüyor ki aklını mantığını yitiriyor. Aile perişan, düzen müzen kalmıyor. Evin annesi sıkıntıdan hastalanıyor; apartman dairesindeki ferahlığı, rahatlığı özlüyor. Evlerini değiş tokuş yaptıkları akrabalarını ikna etmek için sözü geçen büyükler araya giriyor ve herkes kendi evine taşınıyor yeniden. Zaten Ali gittikleri evde de hep Semiha’nın peşinde oluyor, orayı da boş bırakmıyor. Şehir değiştirseler bile kurtulamayacaklar Ali’den. Kızın babası artık dayanamıyor, sokak ortasında bir güzel hırpalıyor kızına tutulan bu delikanlıyı, ardından da uyarıyor kızının yakınından bile geçmemesi için ama yok Ali Nuh diyor, peygamber demiyor. Dayak yerken kolunu bile kıpırdatmıyor, karşı koymuyor, Semiha’yı sonuna kadar sevdiğini hâl diliyle haykırıyor.
Ali, Semiha’nın derdiyle dertlenmekten doğru dürüst bir yerde de çalışamıyor, işinde sebat gösteremiyor. Semiha’yı bu arada dikiş kursuna gönderiyorlar. Ali’den habersiz olan hısım akraba hünerini gördükleri Semiha’ya görücü getirmeye başlıyorlar. Ali gelen herkesin önüne geçip tehditler savuruyor damat adaylarına. Bir gelen bir daha gelemiyor. Bilmiyorduk abi, diyorlar hatta özür dileyenler bile oluyor. Ali’nin tehditleriyle Semiha hepsine “bacı” oluyor. Bu iş anne babanın canını çok fena sıkıyor. Semiha’yı kimler kimler istemiyor ki! Akrabalardan da gelenler oluyor herkes bir hevesle çalıyor evin kapısını. Ellerinde hediyeler... Dayısının oğluna istiyorlar bir gün Semiha’yı. Dayısıyla yengesi bahçelerinden topladıkları sebzeleri pazar çantasına doldurup gelince hem Semiha hem annesi bu işte bir tuhaflık olduğunu kapıda onları buyur ederlerken anlıyorlar. Pazar çantasından yeşil yeşil uçları görünen pırasalar Semiha’ya ilk kez tiksinç görünüyor. Aile onu dayısının oğluna vermek taraftarı ama Semiha hiç ister mi? Onun gözü de gönlü de Ali’de. Hayırlı iş olmayınca aileler arasına hafiften bir soğukluk giriyor. Çok sevdiği dayısından böylece soğuyor Semiha.
Hiçbir şey döndüremiyor gençleri birbirinden. Alın yazısı bu, nasıl okutmalı insanlara? Altını çize çize okutmalı! Onlar silinmez kader kalemiyle yazılmışlar birbirlerine. Ali sevdasından vazgeçmezken Semiha’nın ailesi de inadından vazgeçmiyor ve tam sekiz yıl böyle sürünerek geçiyor. Semiha’yla Ali’yi yıllar büyütüyor ve yaşları yirmi beşe varıyor. Heba olan yıllar, dökülen gözyaşları, öfkeler, çaresizlikler her iki tarafı yıpratsa da kimse bir başkasıyla gönül bağı kurmuyor. Kızın ailesi olgunlaşıyor bu sürede ve artık kabulleniyorlar bu sevdayı. Kalplerinin yumuşaması ve Ali’ye güvenmeleri tam sekiz yıl sürüyor. Sözü kırılmayacak bir büyüğün sayesinde istemeye gelecekleri akşama karar veriliyor nihayet. Semiha’nın Ali’ye istendiği o mübarek akşam herkes Semiha’nın babasının ağzına kilitleniyor. O tılsımlı cümle duyulmalı artık ve haykırmalı Ali yeryüzüne Semiha’yı aldığını. Verdim gitti, diyor babası verdim gitti. Oradaki bütün kulaklar bunu işitiyor. Ali heyecandan bayılacak neredeyse arkadaşından ödünç aldığı kravatı gevşetiyor. Büyüklerden biri dürtüyor kolunu, hadi öp babanın elini. Tir tir titreyerek öpüyor büyüklerinin elini. Kiminin elini öpüyor, kimininkini öpmeden alnına götürüyor, kimine de elini öptürüyor şaşkınlıktan. Sanki on yedi yaşına geri dönüyor Ali. Eli ayağı dolaşıyor, Semiha’yla hiç göz göze gelemiyorlar. Her şey bulanıklaşıyor, sesler birbirine giriyor, kalbinin sesini duyabiliyor ancak Ali. Yerinden çıkacak gibi atan kalbinin üstüne elini bastırıyor ve “Bütün çektiğim senin elinden.” diyor. Söz kesiliyor. Semiha Ali’nin, Ali de Semiha’nın oluyor. Ağız tadı olarak güllü lokumlar ikram ediliyor misafirlere. Emanet alınan siyah nişan elbisesinin içinde Semiha ay gibi parlıyor. Ayarı düşük, incecik bir nişan yüzüğü Semiha’nın incecik parmağında. Yoksulluk sadece Ali’ninken şimdi Semiha’nın da oluyor. Bölüşüyorlar! Eve gelen icra kâğıtlarını, ödenemeyen faturalar yüzünden kesilen elektriği, sokak çeşmesinden bidon bidon taşınan suyu, mum ışığında geçen karanlık akşamları, biten tüp gazı, yaklaşan kira borcunu ve tüm eksiklikleri bölüşeceklerinden habersiz evliliğe ilk adımı atıyorlar. Yazgı değişmiyor! Kaleme karşı koyan yok! Hayat bellerini bükse de bu evde eksilmeyen yegâne şey sevda oluyor. Ali Semiha’yı, Semiha Ali’yi hep seviyor!
Emel Karagedik
BERDÜCESİ - Sayı: 11