YOLLAR SENİ GİDE GİDE…

 

Fadim Özer Kasay

 

Canını aşk yoluna vermeyen âşık mıdır? Cehdeyleyip ol dosta ermeyen âşık mıdır?

Yunus Emre

 

Uzun bir yolculuğa çıkan insanın, yoldan nasibi ne kadardır ki? Her adımda heybeyi doldurmak da var, hiçbir şeysiz kalmak da. Hani eskiler demiş ya evvel refîk ba’del-tarîk. Önce yoldaş gerek yürümeye. Yol uzun; şevk gerek, zikir gerek, şükür gerek. Ama hepsinden önce sabırla yola devam etmek gerek.

 

Nacer Khemir’in çöl üçlemesinin üçüncü filmi Bab’Aziz. Film Âl-i İmrân Suresi 33-35. ayetleriyle başlıyor. Daha filmin başında Hz. Meryem kıssası ile filmdeki adanmayı ilk sahneyle örtüştürüyor yönetmen. Durmadan dönen bir meczup, çöl, alabildiğine çöl. Kum fırtınası sonrası, sığındığı yerden kendini çıkaran bir kız çocuğu. Elinde asası, çölü kız torunuyla adımlayan, gözleri görmeyen bir aziz. Torunu olmasa da yürüyecek, çünkü o yolunu bulabilir, iman sahibi olan kimse asla kaybolmaz. Huzura ermiş kimse yolunu hiç kaybetmez. Bab’Aziz’in torunu ile çıktığı bu yolculukta, meraklı Ishtar’ın en çok sorduğu soru “Buluşma nerede?” Bilmiyorum, diye cevap veriyor dedesi. Peki, diyor Ishtar, nerede olduğunu bilmediğin buluşmaya nasıl gideceksin ki? “Yürümek kâfi, yürüyeceğiz, davet edilenler yollarını mutlaka bulurlar güzel kızım mutlaka…”

 

Hepimiz bir yoldayız, kimimiz nereye gittiğimizi biliyor ama yolu bilmiyor, kimimiz yolun farkında ama nereye gideceğini kestiremiyor. Çöl metaforuyla bu bilinmezliği çok güzel hissettiriyor bize yönetmen. Uçsuz bucaksız bir çöl ve bilinmeze yolculuk. Davet edilmişse bir insan yol mutlaktır.

 

Yolda dede ve torununun karşısına çıkan ilk kişi yerde yatan bir genç, kızıl saçlı bir dervişi aramaktadır. Sonra bir ceylan çıkar karşılarına, gelip Bab’Aziz’e kendini sevdirir. Dedesi konuşunca içi ısınan Ishtar, dedesinin anlatmaya başladığı hikâye ile içinde bulunduğu yolculuktan bambaşka diyarlara yol alır. Bir şehzadenin hikâyesidir bu. Çöl ortasında bulduğu suda kendi yansımasını seyre koyulan bir şehzade. Belki de seyrettiği kendi yansıması değil. Kendi ruhunu seyrettiğini söyler şehzadenin yardımcısı ve “Sakın onu uyandırmayın, değilse ruhu bedenden ayrılır, kaybolur gider,” der.

 

Nefs-i emmare mertebesinden nefs-i levvameye geçişini görürüz şehzadenin. Böylece yolu dünyevi zevklerden vazgeçişle ilerler. Nefs-i mülhime mertebesinde; yani yolculuğun keşif merhalesinde şarkı söyleyen bir gençle karşılaşır dede ile torunu. Genç selam verir ve buluşmaya mı gidiyorsunuz, diye sorar ve ekler buluşma nerde olacak? Bilmeye gerek yoktur ki. Yürümek kâfidir. Bab’Aziz, herkes yolunu bulmak için kendine bahşedilmiş en değerli yeteneğini kullanır, sana bahşedilense sesin, şarkı söyle oğlum, bunu yaparsan yolun sana gösterilecektir, der. Genç şarkı söyleyerek uzaklaşır.

 

“Sen meleğin işaretini taşıyorsun.” der, Aziz torununa. “Bebekler daha annelerinin karnındayken, kâinatın bütün sırlarını taşırlar yavrucağım ama bebek doğmadan hemen önce gökten bir melek iner ve parmağıyla bebeğin ağzına dokunur böylece bebek her şeyi unutur. Kaybettiği ilmin anısı olarak da bazılarının çenesinin üzerinde aynı seninki gibi bir iz kalır güzel kızım, bu meleğin işaretidir,” diyerek çenesindeki gamzesini gösterir. Ardından içinde dervişlerin olduğu bir hana gelirler. Ishtar şehzadenin hikâyesini dinlemek için sabırsızlanır. Şehzade hala çok büyük bir kederle doludur, sadece suya bakmaktadır. Herkes onu bırakır, hatta yaveri bile. Sadece ona göz kulak olan yaşlı derviş kalmıştır şehzadenin yanında. Aziz, hikâyeyi anlatırken handa, bir kızıl saçlı derviş kuyuya atlar, adı Osman’dır. Yaşlı bir kadın neden kuyuya atladın diye sorar. Kaybettiğim sarayımı arıyorum, der Osman. Sarayım bir kuyunun dibinde, sarayı bulmalıyım. İlk kez bir kuyuya düştüğünde kendini bir sarayda bulduğunu söyler ve sarayım nerde diye sorar. Osman’ın hikâyesini dinleriz. Bir cami avlusunu “Ruhunla temizle yüce sevgilinin kapısını o zaman olursun onun gerçek aşığı” diye diye süpüren meczuba dikkat kesiliriz. Osman kum olmayan bir yere gitmek ister. Meşakkat istemez hayatında, çile çekmek istemez. Yolculuğunda Zehra ile tanışması ve arayışa girişini seyrederiz. “Bir damla su yetmez insana,” der Bab’Aziz, kendini onun nehrine bırakmalısın. Osman ismi ile hayânın simgesi Hz. Osman’ı bize anımsatır ve Osman olma yolunda ilerleyen gençle zihnimizin dehlizlerine yine bir şeyler bırakır yönetmen.

 

Ishtar, diğerleri başka yola gidince bu yolun doğru yol olmadığını söyler dedesine, Bab’Aziz ise herkesin kendi yolu vardır, der. Yani Hakk’a giden yolların çokluğuna vurgu yapılır. Çölde Osman’ın hikâyesindeki meczup da vardır. Bab’Aziz ile selamlaşırlar ve bir mescide girerler. Su içip, içerideki zikre katılırlar. Burada su metaforu, temizlenmeyi, arınmayı imgeler ve ardından zikri getirir. Bir perdenin ardında bir kadın, “Ya Rahman, Ya Rahim, Ya Vedud, Ya Kerim” esmalarını tekrarlar. Bir başka derviş ortada semah döner. Bab’Aziz sırtını bir duvara yaslamış, dünyadan kopmuş gibidir. Ishtar dışarda bir ceylan görür, tıpkı şehzadeyi peşinden koşturup, suretiyle karşılaşmasına vesile olan ceylan gibi ve onu kovalar. Sonra kaybolur Ishtar. Dedesi onu aramaya çıkar. Kum fırtınası çıkmıştır. Bab’Aziz’in karşısına bir motorlu çıkar. Ondan yardım ister. Torununu bulacağı sözünü verir ve uzaklaşır motorlu. Motorlu bir başkasını bulur ve bulduğu genç bir dervişten ölçü alacağım, ağabeyimi öldürdü, deyince motorlu, gencin giysilerinin hepsini alıp kaçar. Burada nefs-i mutmainne mertebesini görürüz. Tüm nefsinden sıyrılmak gerekir, tıpkı elbiseler gibi, dünyalığı bir kenara bırakmak.

 

Şarkı söyleyen gençle karşılaşır Aziz, merak etme der, torunun sırtımda ateşi var. Mescide girerler, Bab’aziz Fatiha suresini okur ve ellerini torununun yüzünde gezdirir. Aziz, gence torunu ile konuşmaya devam etmesini söyler ve yoluculuğunu anlatmasını ister. Uluslararası bir yarışmayı kazandığını, Kur’an-ı Kerim okuma yarışmasının büyük ödülünü aldığını ifade eder. Onu bir şiir gecesine götürdüklerini söyler. Herkes şiirler okurken o bir şarkı söylemeye başlar. Önünde şiir okunan kadın ağlar. Hepsinin gittiğini sadece onunla kaldığını söyler. Bu arada dede torununa Nâs suresini ardından da Felak suresini okur. Genç anlatmaya devam eder, kadın der ki, bu şiiri babam yazmıştı. Sonra şiiri nağmeyle okumaya başlar. Kadın gence bir mektup bırakır; babam bu koca dünyada bir yerde, tıpkı diğer tüm sufiler gibi, çok uzun zamandır onun yolunu gözlüyorum, senin sesin bana ondan bir haberdi. Bir çağrı hatta bir davet alametiydi, senin pasaportunu ve giysilerini alıp onu aramaya gidiyorum der ve gider. Saçlarını kesip yastığa bırakır, Nur.

 

Sonra kendine gelir Ishtar, gençle beraber yola düşerler. Kedi sesi duydum der Ishtar. Bu Nur’un kedisidir, genç onu yanına almıştır. Gencin de kendileriyle gelmesini ister Ishtar ama der, o derviş değil. Dedesi “Yavrum şu koca dünyada herkesin yerine getirmesi gereken bir görevi var. Yeter ki o görevi yap, başkalarının ne yaptığı hiç önemli değil. Yeter ki bunu unutma, buna göre yaşa ama bunun dışındaki her şeyi hatırlasan bile hiçbir şey bilmiyor sayılırsın” diye de telkinde bulunur.

 

Boş mezarlar görürler. Zamanın gelmesini bekliyorlar, der Aziz. Burası, geldik, der dedesi Ishtar’a ama sen buluşmaya Zahit ile gideceksin, yani şarkı söyleyen gençle. Şehzadenin hikâyesinin sonunu da anlatır dedesi. Suya bakıp duran şehzadeye derviş yemek getirirmiş sadece. Arada bir de o güzeller güzeli ceylan gelirmiş. Şehzade ruhunu öyle uzun süre seyretmiş ki maddi dünyadan ayrılıp, manevi dünyayı görür olmuş. Nefs-i râdiye mertebesinde olan şehzade tam bir teslimiyet içindedir. Şehzade derviş mi olmuş yani diye soran Ishtar’a dedesi “Evet. Sen de kalp gözüyle görmeye başladın işte.” der. Şehzade uyanıp yeniden gözünü açtığı zaman kumların üzerinde kendisiyle ilgilenen yaşlı dervişin kıyafetlerini bulur. Hırkasını üzerine giyer, takkesini başına geçirir ve eline asasını alıp yürümeye başlar. Nefsin son iki merhalesine doğru bir yolculuktur bu. Önce nefs-i mardiyye yani razı olunan, ardından nefs-i kâmile. Yani bütün güzel sıfatları kendinde toplayıp Allah’ın yeryüzündeki halifesi olmaya doğru bir yolculuk.

 

Dedesi Ishtar’a bir kolye hediye edip, artık vaktinin geldiğini, kaybettiğini bulmaya gideceğini ve buluşmanın orada olacağını söyler. Yani tasavvuftaki şeb-i arus, düğün gecesine vurgu yapar. Ishtar Zahit ile birlikte buluşma yerine gider. Dervişler hem söyleyip hem cuşa gelmişken Ishtar da dans etmeye başlar. Zahit Ishtar’a “dans etmeye gelmedik, işimiz var” deyince “Bab’Aziz’in sözünü dinle, şarkı söyle” der. Dervişlerin arasında dolaşırlar. Ishtar “Nur” diye seslenmeye başlar. Zahit bir ses duyar, bu nurun sesidir. Göz göze gelirler. O sırada dede saçlarını açar. Yere kefen serer. “Hasan ben de seni bekliyordum, gelip ölümüme şahit olman için” der. Hasan neden ben diye karşılık verir dedeye, ölümden korktuğunu ifade eder. Bab’Aziz, “Anne rahminin karanlığındaki bir bebeğe dışarda aydınlık bir dünya var deseler, yüce dağları ve dalgalanan ovaları, çiçek açan güzelim bahçeleri, çağlayan ırmakları, yıldızlarla dolu gök kubbesi ve parıldayan güneşi olan bir dünya, tüm bu güzellikleri bildiğin halde karanlıkta kapalı kalmaya devam ederse doğmamış çocuk, tüm bu harikalardan bir haber olduğu gibi duysa da hiçbirine inanmaz. Aynı bizim ölümü şimdiden anlayamamamız gibi. Yani işte bu yüzden korkarız, gitmeyi istemeyiz. Ne olacağını bilmeyiz. Ama günü gelince hepimiz gideceğiz.” deyip en nihayet ebediyetle evlendiğini söyler. Bir bebeğin doğumu gibi, karanlıktan aydınlığa çıkaran sancılı bir geçişi bilgece yorumlar Aziz, ölüm bu geçişte bir kapıdır ancak. Bab’Aziz’i toprağa gömer Hasan ve onun kıyafetlerini giyer, asasını eline alır ve çölde uzaklaşır. Tıpkı hikâyenin içindeki asıl hikâyenin kahramanı şehzade gibi.

 

Bir yol ve yolcuların hikâyesini izlerken hicretlerine de şahit oluruz. Kim ne istiyorsa hicreti onadır. Peki ya bizim hicretimiz nereye?

 

“Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti Allah’a ve Resûlüne ise onun hicreti Allah ve Resûlünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya nikâhlayacağı bir kadına ise onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir” (Buhari, Nikâh,5; Müslim, İmaret, 155)

 

BERDÜCESİ - Sayı:8